Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam

Suraiya Faroqhi

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Gönderileri

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam kitaplarını, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam sözleri ve alıntılarını, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam yazarlarını, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
16. yüzyılda zeytinyağı Anadolu'da aydın­Iatmada kullanılır, yemeklerde ise pek görülmezdi. Yemek tereyağıyla pi­şerdi.Önceleri yavaş yavaş, daha sonra ise temelden değişecek olan tere­yağı alışkanlığı, bozkırlarda, büyükbaş hayvan yetiştiricilerinin bulunduğu yerlerde gelişmişti.
Sayfa 233 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Sofulu­ğuyla tanınan II. Bayezid, bir bölümü ancak lafta Müslümanlaştırılmış göçebe ve yarı göçebe Anadolu halklarının hak dinine daha temelli yön­lendirilmesi için Bektaşileri özellikle desteklemiş olmalıdır. Bektaşilerin zaman içerisinde, dine yöneltmeleri beklenen köylülerin bazı görüşlerini benimsemeleri ise, bu politikanın beklenmedik bir sonucuydu.
Sayfa 221 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Reklam
Toplumdaki hiyerarşik yapıyı açıkça ortaya koyan şenlik alaylarına Os­manlılarda olduğu gibi Avrupa'da da hem ortaçağ sonlarında, hem de Rönesans'ta çok sık rastlanır. Şenlikler 18. yüzyılda da sürmüştür. Her iki kültürde de, toplumun hiyerarşik yapısını yumuşatmak ve kabul edilebilir bir düzeyde tutmak için, bu hiyerarşiyi bir ölçüde hicvetme yoluna gidil­miştir.Ama Avrupa'daki şenlik alaylarında öne çıkan ve 17 yüzyıldan itibaren kiliseyle devletin "müstehcen" bölümleri ayıklamasına ve sonunda halk şenliklerinin ortadan kalkmasına yol açan aşırı kaba espri öğelerine Osmanlılarda çok daha az itibar edilmiş olsa gerektir. Osmanlı şenliklerini izlemiş Avrupalı aristokratların ya da yüksek burjuvaların hepsi, halkın davranışlarındaki düzen ve disiplini övmüşlerdi. Bazı Avrupalılar, kendi kültür çevrelerinde sonradan erişilen bir nitelik olan disiplinli davranışı, Osmanlılarda zaten mevcut bir tutum olarak görüyorlardı. Yine de şenlik görevlileriyle alay edilmesinin ya da (bazı kukla oyunlarının metinleri göz önüne alındığında) iktidarı elinde tutanların zayıf ve gülünç yanlarını orta­ya çıkarmanın Osmanlı toplumunda da tabu sayılmadığı anlaşılmaktadır.
Sayfa 204 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Sanat tarihçileri, Osmanlı kentlisinin yaşayışında, atalarının göçebe geçmişine bağlanan izleri özellikle vurgulamışlardır. Bazı evlerin biçimi, bahçeli evlerin sevilmesi, eşyanın az olması ve kolay taşınabilir yaygıların kullanılması hep bu doğrultuda yorumlanmıştır.
Sayfa 190 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Sakalar.
Ankara'da kaleiçi gibi yüksek yerlerde kurulmuş mahallelerde çeşme bulunmazdı. En yakındaki çeşmeye kadar uzun bir yol gitmek istemeyenler, 19. yüzyıla kadar Avrupa kentlerinde de yaygın olduğu gibi, suyu evlerine getirtmek zorundaydılar.
Sayfa 178 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Doğada çoğu kez gümüşle bir arada bulunan kurşun çoğunlukla Balkanlar'da çıkarılıyordu. 16. yüzyılda Amerika'dan da bol miktarda gelmeye başlayınca Akdeniz yöresinde gümüş ucuzladı, Balkanlar'daki ocaklar karlı olmaktan çıktı, çoğu da terk edildi . Dolayısıyla yerel kurşun üretimi de azaldı ve 17. yüzyılda kubbeler artık kimi zaman ithal kurşunla kaplanmaya başladı. Özel yapılarda gerekli olan demir çoğunlukla Güney Bulgaristan'daki Samoko kentinde küçük yüksek fırınlarda elde ediliyordu. Süleymaniye gibi büyük bir yapıya başlanacağı zaman Osmanlı hazinesi oradaki yüksek fırın sahiplerine kapasitelerini artırabilmeleri için ön ödeme yapmak zorunda kalıyordu . Bu uygulama yerel kadılara zorluk çıkarabiliyordu, çünkü hangi işletmeye kredi verileceğini saptama sorumluluğu kadılarındı . Bir fırın sahibi krediyi alıp mal göndermediğinde zararın sorumluluğu da bu kadılara aitti. Demir, Meriç üzerinden Marmara Denizi'ne taşınıyor ya da İstanbul'a kadar kervanlarla getiriliyordu. Bazen oradan da daha uzak yerlere gönderiliyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında Il. Selim ve III. Murad Mekke'deki Harem-i Şerif'te onarım ve değişiklik yapmaya giriştiklerinde de demir Samoko'dan getirtilmişti
Sayfa 171 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Reklam
Süleymaniye'nin inşası sırasında, merkezi kubbenin altına, iki yana yerleştirilecek dört büyük sütundan üçü çok uzaktan getirilmişti. Bir ya da iki sütun Suriye'deki Baalbek'ten, bir başkası da Mısır'dan gelmişti. Büyük masraflara yol açan bu nakliye işlemiyle bir yandan Kanuni'nin imparatorluğunun büyüklüğü ortaya konuyor, öbür yandan da hükümdarın gücünün yettiği teknik olanaklar gösterilmiş oluyordu. Anlaşılan aynı dönemde, papanın Roma'sında da aynı şeyler düşünülmüştü. 1586'da Roma'da San Pietro Bazilikası'nın önündeki meydana Roma İmparatorluğu döneminde kente getirilmiş bir Mısır dikilitaşının yerleştirilmesi, büyük bir olay olarak kutlanmış ve belgelere geçirilmişti.
Sayfa 170 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
"Klasik" Osmanlı mimarlığı, teknik titizlik kadar, oranlar arasındaki uyum, mekan yaratmadaki çeşitlilik ve cephe düzenlemesindeki dengeyle de tanınır. Pahalı mermer levhalar, altın kaplama parçalar, hatta saf altın ve gümüş, sadece çok özel durumlarda, örneğin önemli kişilerin türbelerinde, özellikle de Hz. Muhammed'in Medine'deki mezarında kullanılmıştır. Kanuni, Süleymaniye'nin vakfıyesinde ferah ve sağlam bir cami yapılmasını, pahalı bezeme istemediğini açıkça belirtmişti...Yapılardaki bazı nitelikler de padişah tarafından saptanırdı. Örneğin sadece hükümdarlar birden çok minaresi olan cami yaptırabilirdi.
Sayfa 169 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklerin çoğunlukta bulunduğu bölgelerinde, özellikle de İstanbul'da, 16. yüzyıldan beri süren bir adet bir camiye para bağışında bulunulmasıydı . Bağışlanan bu paralar faiz karşılığı (çoğunlukla % 10-15) ve güvence alınarak işletilir, elde edilen gelirde de caminin bakımı sağlanırdı. Bu uygulamanın da tutulmayan bir yanı vardı, çünkü hukukçuların birçoğu paranın değerinin yeterince istikrarlı olmadığı görüşündeydi, oysa vakıf kurumunun temeli süreklilikti . Ayrıca İslam hukukunun (günümüze kadar) ısrarla savunduğu taiz yasağı da açıkça delinmiş oluyordu. Ama ulema arasındaki tartışmanın, sıradan bağışçıları böyle bağışlar yapmaktan alıkoymadığı anlaşılıyor. Örneğin 18. yüzyılın ikinci yarısında Bursa'da parasını faizle işleten o kadar çok vakıf vardı ki, bunlar için ayrıntılı kayıtlar tutulmuştu.
Sayfa 161 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Taş, sadece Mısır ve Halep gibi ağaç yönünden fakir, daha ucuz malzemenin bulunmadığı bölgelerde ya da çevrede çıkan taşın özellikle yumuşak ve kolay işlenebilir olduğu Orta Anadolu'daki Ürgüp gibi yörelerde kullanılırdı. İstanbul'daki konut yapımında en çok kullanılan malzeme ahşaptı ve bu evler rengarenk boyanırdı. Kuşkusuz pek çok kişi de evinin hava koşullarından harap olmasına ve bugün 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarından kalmış ahşap yapılarda gördüğümüz gibi, renginin koyu kahverengine dönüşmesine göz yummak zorunda kalırdı . Ahşabın deniz yoluyla getirilemediği, bu yüzden de çok pahalı olduğu yerlerde hımış yapı tekniği geliştirilmişti . Bu teknikte yapının iskeleti ahşaptan yapılıyor, iskeletin arası kerpiç ya da tuğlayla dolduruluyordu. Ağacın daha da az bulunduğu Konya gibi yörelerde ise evler kerpiç ve çamurdan inşa ediliyor, sadece taşıyıcı öğeler ve çatı ahşap oluyordu. Ev gözden çıkarılıp terk edileceği zaman ahşap malzeme alınıyor, geriye sadece bir kerpiç yığını kalıyordu.
Sayfa 154 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
49 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.