Aşık olmak da, evrenle olmasa bile, genellikle bir başka insanla tamamen bütünleşme hissini yaşatır. Bu da, mantık dışı deneyimlerden biridir. Gerçekten de, Freud aşık olmayı "psikozun normal prototipi", bir çeşit delilik gibi ele almıştır. Eski inanışlara göre de aşıklara, ay (Luna) delilik yarattığı için, "ay çarpmış" -Lunatic- (divane) denirdi. Kara sevdalı aşıklara, inançlarını paylaşmadığımız inananlara ve sannlanm saçma bulduğumuz delilere gösterdiğimiz hassasiyeti sergileme eğilimimiz vardır. Aşık biriyle tartışmanın hiçbir işe yaramadığını gayet iyi biliriz. Kara sevdaya neden olan kişinin bu bağlılığa hiç değmeyeceğini bilsek de, bunu dile getirmenin anlamı yoktur. En aklı başında ve mantıklı insanlar bile, aşkın çekiciliği ve kuruntularına karşı bağışıklık sahibi değildir. Aşkta hayal kırıklığına uğramak yıkıcı olsa da, hiç aşık olmamış olmak, çok önemli bir deneyimi kaçırmış olmaktır.
Çoğu gurunun sunduğu çözüm hemen her şeyi kapsar. Bunun anlamı, guruların, sanatçı ve bilim adamları gibi her biri yeni birer çözüm gerektiren ve art arda gelen sorunlarla boğuşmadıklarıdır. Bulduklan cevaplar, tüm sorunlara, yani insanlığa ve yaşamın kendisine hitap eder. Bu cevaplar, guruların kendi kişisel deneyimlerinin genelleştirilmesinden başka bir şey değildir. Gördüğümüz gibi, bazı vahiyler genel kabul görmüş görüşlerden o kadar uzak ve tuhaftırlar ki, bunları ruhsal hastalığın bir kanıtı olarak ele alabiliriz.
Freud, guru rölünü üstlenmeyi açıkça reddettiği halde çarpıcı bir örnek olmuştur. Diğer gurularda da olduğu gibi, ardında bıraktığı miras karmaşıktır. Freud hem hünerli hem de yaratıcıydı. İnsan zihnine tuttuğu ışık, müritlerinin iddia ettiği kadar aydınlatıcı olmasa da, insan davranışının bazı karanlık noktalarını açıklamaya yaramıştır. İnsan davranışlarına hoşgörüyü arttırmış, psikoterapi tekniğine katkıları olmuş ve kendi davranışlarımız hakkında düşünme biçimimizde devrim yaratmıştır. Yirminci yüzyil insanı Freud'a çok şey borçludur.
Dini vahiyler ve sanrı sistemlerinin ortak dezavantajı, katı ve değişmez olmalarıdır. İnanan, inanış sistemine o kadar fazla yatırım yapar ki, artık onu ne değiştirebilir ne de mantık çerçevesinde tartışmaya açabilir. Sürekli arayışta olan ve sadece kısa aralıklarla aradığını bulan kuşkucular ise bu açıdan kendilerini daha az engellerler. Arayışı sırasında, kuşkucu peşinde koştuğu bütünlüğün mükemmelliğini bir an için bile görebilse, kendini oldukça şanslı hissetmelidir.