Ruh, öyle ince, çoğu zaman öyle yararsız ve bazen de insanı öyle rahatsız eden bir şey ki, gezerken kimliğimi yitirsem ruhumu yitirdigimden daha çok üzülürüm.
Söyle, anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babanı mı, bacını mı, yoksa kardeşini mi?
“Ne anam var, ne babam, ne bacım, ne de kardeşim.”
“Dostlarını mı?”
“Anlamına bugüne dek yabancı kaldığım bir sözcük kullandınız.”
“Yurdunu mu?”
“Hangi enlemdedir, bilmem.”
“Güzelliği mi?”
“Tanrıça ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.”
“Altını mı?”
“Siz Tanrı’ya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.”
“Peki, neyi seversin öyleyse, olağanüstü yabancı?”
“Bulutları severim… işte şu… şu geçip giden bulutları… eşsiz bulutları!”
Mutluluk! Yaşam dediğimiz şeyin, en güzel anında bile, şu an içinde olduğum, dakikası dakikasına, saniyesi saniyesine tattığım şu yüce yaşamla hiçbir ortak yanı bulunamaz.