Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Üçüncü Sinema'nın Diyalektiği

Politik Film

Mike Wayne

Politik Film Gönderileri

Politik Film kitaplarını, Politik Film sözleri ve alıntılarını, Politik Film yazarlarını, Politik Film yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Dönüştürülen öyküye daha bü­yük ahlaki ve politik dersler kazandırmak için izleyici öykünün he­men yakınındaki daha büyük sorunlarla ilişkisinin şifresini çözmek zorundadır. Bu nedenle alegorik bir anlatı (daha büyük) bir öyküyü çeşitli nedenlerle öykünün güçlükle anlaşılabileceği bir bağlamda anlatmaya uygundur.
Çağımız tezden çok hipotez, süreç içinde çalışma çağıdır; bir elde ka­mera, diğer elde taşla yapılan bitmemiş, düzensiz, şiddet dolu çalış­malar çağı. Bu tür çalışmalar geleneksel kuramsal ve eleştirel ölçütlere göre değerlendirilemezler
Reklam
Paul Willemen'in belirttiği gibi, Üçüncü Sinema bir halk sineması ya da basitçe halk için sinema değildir. Kaçınılmaz olarak tartışılması gereken sınıfsal ilişkiler vardır. “Bu bir ve aynı anda politik ve sanatsal nedenlerle sos­yalist aydınlar olarak kendi sorumluluklarını üstlenen ve kendi ça­lışmaları aracılığıyla toplumsal anlaşılabilirlik
*Willemen, 1989: 27 **Solanas ve Getino, 1997:47 ***Solanas ve Getino,1997: 47 ***Benjamin, 1982Kitabı okudu
Geçmişle bu diyalektik ilişkiye karşı, birçok çağdaş politik ve kuramsal konum bir tür unutmayı savunur ve bu nedenle bir karşı-strateji olarak belleğin önemini ortaya koymak zorundayız. Toplumsal, politik ve ekonomik bir güç olarak modernizmin başlı­ca varsayımlarından biri, geçmişi arkada bırakabileceğimiz, bırak­mamız gerektiği, geleceğe bakabileceğimiz, bakmamız gerektiği ve atalarımızın peşini bırakmamış olan çatışmaları ve sorunları çöz­mek için ilerlemeye güven duyabileceğimiz, duymamız gerektiğidir. Walter Benjamin, Paris incelemesinde dolaylı olarak 19. yüzyılın toplumsal tarihinde ilerleme anlayışına duyulan bu kör inancı anla­dı; bu inanca göre her şeyin daha iyi olacağının kaçınılmazlığı için­ de toplumsal sorunlar endüstriyel, teknolojik ve bilimsel gelişmeler sayesinde çözülecekti. Çağın en son ürünlerinin, yeniliklerinin ve mucizelerinin sergilendiği dünya fuarları ilerleme denen bu dünya­sal dinin ‘kutsal mabetleriydi’
General de çok sayıda sokak sahnesi vardı ve ben renkleri, çağdaş dün­yanın çok sayıda parlak plastik rengiyle boyanmış sokakları kontrol edemezdim: sarı anoraklar, tuğla kırmızısı Toyotalar, mavi neon ışıkları. Siyah-beyazda, film düşün, belleğin durumuna yaklaşır, izleyici­nin bilinçdışına ulaşır. Siyah-beyaz filmlerde çoğu kez mitsel bir boyut vardır. Bu filmler bilinen ama yabancı bir dünyayı, bitişik bir gerçekli­ği gösterirlerdi
Batılı bir perspektiften Haydutlar Kraliçesi Hindistan’da bazen ‘Bollywood’ olarak bilinen Bombay merkezli egemen sinema en­düstrisine karşı değerlendirildiğinde gerçekçilikte bir atılım olarak görüldü. Amerikalı bir eleştirmenin belirttiği gibi: “Büyük bir si­nema endüstrisinin aptalca müzikalleri, sıradan pembe filmleri ve kaba aksiyon filmlerini ürettiği Hindistan’da harika görüntülemenin, güçlü prodüksiyon değerlerinin ve kaçınılmaz toplumsal eleştirinin olduğu Haydutlar Kraliçesi ender bir örnektir”(Guthmann,1995) Hindistan’da alternatif film geleneklerinin olmadığını varsayan bu naif cahillik, ‘ilerici’ Birinci Sinemada bulunan estetik tercihlere garip bir biçimde uyan övgü terimleri nedeniyle ikiye katlanır. Bu eleştirmen Hollywood’dan Bollywood’a Birinci Sinemanın temel il­kelerini sorgulayan Kumar Shahani gibi bir yönetmeni bulsa, nasıl da şaşırırdı: Giriş, gelişme ve sonucun olduğu klasik mekanik yapı 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan dramatik bir yapıdır. Fizik biliminin yöntembilimiyle yakından ilişkilidir - neden-sonuç zinciri. Bildiğim kadarıyla bilim günümüzde bunun ötesine geçiyor ve değişimlere uyum sağlı­yor. Gerçek algılamalarla ilişkili yeni yollar bulunmalıdır. Ritwikda ve Kosambi epik biçimi incelememi sağladı. Siz de bunu her yerde gö­rüyorsunuz. Bu biçim, insanların onu yanlarında eve götürebileceği tarzda bilinçlerine giriyor (Baghdadi ve Rao, 1995: 109).
Reklam
Eşkıya filmi için yabancı yorum
Haydut anlamına da gelen Eşkıya Yavuz Turgul’un 1997 tarih­li ünlü (her ne kadar uluslararası sanat çevreleri amaçlandığı için Fransız ve Bulgar sermayesi tarafından ortak yapılsa da) Türk fil­minin adıdır. Öykü 35 yıl hapiste kaldıktan sonra serbest bırakılan Barana yoğunlaşır. Jandarmalar tarafından diğer eşkıya arkadaş­larıyla birlikte Cudi
Yine de adil olmayan bir genelleme riski içinde, kararlı bir biçimde yapıt­ larının bölgesel odağı ve inceledikleri grupların özgüllüğü Üçüncü Sinemayı tanımlayan politik ve toplumsal anlamı daha kapsam­lı olan bir öykü anlatmaya çoğu kez engel olur. Kültürel özgüllük Üçüncü Sinemanın önemli bir bileşeni olsa da özgüllüğün ve özel olmanın da çağımızın genel süreçleriyle yeniden ilişkilendirilmesi gerekir: Tam da kapitalizmin olaylar ve durumlar arasındaki iliş­kilerin anlaşılmadan kaldığı düşünme ve temsil tarzlarını destekle­mesi nedeniyle Lukâcs’ın gerçekçilik için temel olduğunu öne sür­düğü bir uzlaşma.
Üçüncü Sinema; tarihi süreç, değişim, çelişki ve mücadele, kı­saca tarihin diyalektiği olarak kavramanın araçlarını geliştirmeye çalışır. Tarih büyük bir açıklayıcıdır: Niye biziz, neredeyiz ve kimiz? Willemen, görevini “içimizdeki imge yaratan aracı, tarihin gölgeleri içinden derinlikli ve üç boyutlu görebilmek” için geliştirme ihtiyacı sayan Benjaminden alıntı yapar (1989:11). Cezayir Savaşında bu tarihsel gölge mizansenden, karakterlerden ve genel olarak anlatı­dan kesinlikle silinmiştir. Filmin sonunda Fransız paraşütçülerin bir FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi) hücresini yok etmesinin ardından bir asker “bu insanlarla 130 yıldır barış içinde yaşadık, bunu yeniden yaşayamamamız için bir neden yok” der. Tarihsel kayıtlar film içinde karşı çıkılmayan bu ifadenin açıkça doğru olmadığını gösterir. Fransızlar Cezayir’i ilk olarak 1830’da işgal ettiler. 19.yüzyılın sonuna doğru göçmen kolo­nisi uygulamaya, geniş tarımsal arazileri ele geçirmeye ve ihraç mal­larını Fransız kapitalizminin gereksinimlere uygun hale getirmeye başladılar. 130 yıldan fazla süre Cezayirliler düzensiz olarak Fransız egemenliğine karşı direniş örgütlediler ve gördükleri yalnızca dire­nişin acımasızca ezilişi oldu. 1945’te Müttefiklerin zafer kutlamaları Cezayirlilerin bağımsızlık gösterilerine dönüştü. Fransızlar yalnız­ca Setif’te 45 bin insanı katlettiler (Fanon, 1990:62). Ancak Ceza­yir Savaşı bu tarihi ve olayı hatırlayacak tarihsel belleğe bile sahip değildir.
‘Ticari’ sinema kendi izleyicisini, işleyen bir yöntem sayesinde kazan­mıştır. Bunu destekleyemeyiz. ‘Dışavurum sineması’ en iyi yöntemleri kullanır ve izleyici kitlesine tepeden bakar. Bunu da destekleyemeyiz. Bir kez daha, sanat ile endüstri arasındaki karşıtlık çok kötü bir bi­çimde çözülür, ancak bu durum, ‘dışavurum sinemasının izleyicisini oluşturan ‘seçkin’ azınlık için geçerli değildir, çünkü böylesi bir çözüm onlar için mükemmel bir biçimde tatmin edicidir.
Reklam
Tüm filmler politiktir, ancak her film aynı tarzda politik değil­dir.
Başlarken
Artık politik eğitim,... zihinleri açmak, uyandırmak ve zekalarının doğumuna olanak sağlamak anlamına gelir; Cesairenin dediği gibi, bu "ruhları icat etmektir" Kitleleri politik olarak eğitmek politik bir konuşma yapmak anlamına gelemez. Kitlelere her şeyin kendilerine bağlı olduğunu amansızca ve tutkuyla öğretmeye çalışmak anlamına gelir.
Frantz Fanon, The Wretched of the EarthKitabı okudu