İnsan olarak adlandırılmayı hak eden herkes, kendi kendisine "Kafam karıştı!" diye haykırma iznini vermeden ve edilgen bir biçimde yeniden karaya doğru sürüklenmeye boyun eğmeden önce hayli uzun bir süre rüzgara ve gelgite karşı kürek çeker.
Şayet zalim, kıskanç ve düşüncesiz bir erkekle -bir ayyaş, bir zorba, bir çapkın, veya bir müsrifle- evlenmiş olsaydı nasıl olacağı başka bir soruydu ki, ben bir keresinde ona sormuştum. Cevabı, bir süre düşündükten sonra söyle olmuştu:
“Bir süre için kötülüğe tahammül etmeye veya onu iyileştirmeye çalışırdım ve artık onun tahammül edilmez ve iyileştirilmez olduğunu anladığım zaman da işkencecimi sessiz sedasız birdenbire terkederdim.”
“Peki […] geri dönmek ve onunla yaşamak zorunda bırakılsaydın?”
[…]
“Mösyö, eğer bir eşin tabiatı evli olduğu adamdan tiksiniyorsa, bu durumda evililik bir kölelik olmalı. Doğru düşünebilen herkes köleliğe başkaldırır ve direnişin bedeli işkence olsa bile ona meydan okunmalıdır. Özgürlüğe giden tek yol ölümün kapılarından geçiyor olsa bile o kapılar aşılmalıdır çünkü özgürlük vazgeçilmez bir şeydir. Bu yüzden mösyö, gücüm yettiği ölçüde direnirdim ve gücüm tükendiğinde de bir sığınak bulacağımdan emin olurdum. Ölüm beni kesinlikle hem kanunlardan hem de onların sonuçlarından koruyacaktır.”
“Gönüllü bir ölüm mü, Frances?”
“Hayır, mösyö. Yazgının benim için kararlaştırdığı ıstırabın her sancısını sonuna kadar yaşayacak kadar cesur, adalet, ve özgürlük uğruna sonuna kadar mücadele edecek kadar prensip sahibi olurdum.”