Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Psikanaliz ve Zen Budizm

Erich Fromm

Psikanaliz ve Zen Budizm Gönderileri

Psikanaliz ve Zen Budizm kitaplarını, Psikanaliz ve Zen Budizm sözleri ve alıntılarını, Psikanaliz ve Zen Budizm yazarlarını, Psikanaliz ve Zen Budizm yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Yeni içgörüsü onu incitebilir ama bir kapıyı da açar; kendi içinde bastırdığı şeyleri başkalarına yansıtmayı bırakmasını sağlar. İlerler; içindeki bebeği, çocuğu, yetişkini, suçluyu, deliyi, azizi, sanatçıyı, erkeği ve dişiyi yaşar; insanlıkla, evrensel insanla daha derinden ilişki kurar.
Üretkenlik hali, aynı zamanda en üst tarafsızlık halidir; nesneyi, hırslarımın ve korkularımın çarpıtması olmadan görürüm. Nesneyi, olmasını ya da olmamasını istediğim şekilde değil, olduğu gibi görürüm. Bu algılama biçiminde parataksik distorsiyon bulunmaz. Tam bir canlılık ve öznellik-nesnellik sentezi vardır. Yoğun bir şekilde yaşarım, yine de nesne olduğu gibi kalır. Onu hayata getiririm, o da beni hayata getirir. Satori, sadece, dünyayı algılamasının ne dereceye kadar salt zihinsel ya da parataksik olduğunun farkında olmayan kişiye gizemli görünür.
Reklam
Gerçeğe tam olarak uyanmak, yine psikoloik terimlerle konuşursak, "üretken yönelime" tam olarak erişmiş olmaktır. Bu, kişinin kendisini dünyayla çabuk kavrayan, sömürücü, biriktirici veya pazarlayıcı şekilde değil de, yaratıcı ve etkin bir şekilde (Spinoza'nun kastettiği anlamda) ilişkilendirmesi demektir. Tam üretkenlik halindeyken beni "ben olmayandan" ayıran peçeler yoktur. Nesne artık bir nesne olmaktan çıkar; bana karşı durmaz, benimle birliktedir.
İşler düzenli gidişatı izlerken 'evet' ve 'hayır' şeklindeki düşünsel alışkanlıklar gayet uygundur fakat yaşamın nihai sorusu geldiğinde, akıl tatminkâr bir cevap vermeyi başaramaz.” Tam da bu nedenle, satori deneyimi, asla düşünsel şekilde aktarılamaz. Kavrama dönüştürülmüş satori, kendini durdurur ve artık bir Zen deneyimi yaşanamaz." Yaşamın nihai sorusuna düşünsel formülasyonla cevap verilememesi bir yana, aydınlanmaya erişmek için, kişinin, zihnin doğru içgörüyü engelleyen kurgularını da ortadan kaldırması gerekir. "Zen, kişinin zihninin Özgür ve engellenmemiş olmasını ister; birlik ve bütünlük fikri bile, ruhun gerçek özgürlüğünü tehdit eden bir ayak bağı ve tuzaktır.”
Batı (mistikler gibi birkaç istisna dışında), iki bin yıldır, varoluş probleminin cevabının düşünceyle verilebileceğine inanıyor; dinde ve felsefede "doğru cevap" en yüksek önemde. Bu ısrarlılık, doğabilimlerinin ilerlemesinin yolunu hazırladı. Burada doğru düşünce, varoluş problemine nihai cevabı vermemesine rağmen yöntemin özünde mevcuttur ve düşüncenin uygulanması, yani tekniği için gereklidir. Diğer taraftan Zen, yaşamın nihai cevabının düşünceyle verilemeyeceği öncülüne dayalıdır.
Münferit bir hastayı -ya da herhangi bir insanı- anlamak için, onun varoluş sorusuna cevabının ne olduğunu bilmek, ya da farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, sırrının, bireysel dininin ne olduğunu, tüm çabalarının ve tutkularının neye adandığını bilmek gerekir. Kişinin "psikolojik sorunlar" olarak düşündüğü çoğu şey, sadece temel "cevabının" ikincil sonuçlarıdır, dolayısıyla bu temel cevap -sırrı, kişisel dini-anlaşılmadan bu sorunları "tedavi etmeye" çalışmak tersine yararsızdır.
Reklam
Zen, kişinin kendi doğasını bilmesini amaçlar. "Kendini bilmeni" arar. Fakat bu bilgi, modern psikologun "bilimsel" bilgisi, kendinin bir nesne olduğunu bilen anlayan aklın bilgisi değildir; Zen'de kendinin bilgisi, düşünsel olmayan, yabancılaşmamış bilgidir, bilenle bilinenin bir olduğu eksiksiz deneyimdir. Suzuki'nin öne sürdüğü gibi: "Zen'in temel fikri, kişinin kendi varlığının içsel çalışmalarıyla temasa geçmesi ve bunu mümkün olan en dolaysız yoldan, dıştan gelen veya katılmış hiçbir şeye başvurmadan yapmasıdır. Kişinin kendi doğasının içyüzünü anlaması, bir bakıma dışarıda duran düşünsel bir şey değil, içeride bulunan deneyimsel bir şeydir. Bu düşünsel ve deneyimsel bilgiler arasındaki fark, Zen için esas önemli noktadır…
Güvensizliğin, ihtirasın, korkunun yönettiği sıradan kişi, sürekli olarak, orada olmayan fakat kendisinin içine yansıttığı niteliklerle örtülü bir fantezi dünyasının (ille de farkında olmasi gerekmez) tuzağına düşer. Bu konuşmanın yapıldığı dönemde bu doğruydu; bugün, neredeyse herkes, içindeki görebilen, duyabilen, hissedebilen, tadabilen bu güçleri kullanmak yerine düşünceleriyle görmekte, duymakta, hissetmekte ve tatmaktayken bunun daha ne kadarı doğrudur?
İnsan bu dünyanın içine iradesi dışında atılır ve yine bu dünyadan iradesi dışında uzaklaştırılır. O, yaşamını yaşamalı, yaşamı onu yaşamamalıdır.
Bu, “keyifsizlik”, “bıkkınlık”, “zamane hastalığı” diye tarif edilen ve yaşamın sağırlaşması; insanın kendine, hemcinsine ve doğaya yabancılaşması şeklindeki bunalımdır.
Reklam
Yunan ve İbrani kültürlerinden oluşan Batı kültürünün kökleri, yaşam amacını insanın mükemmelleşmesi olarak telakki ederken modern insan, nesnelerin mükemmelleş­mesi ve onların nasıl yapılacağının bilgisiyle ilgileniyor.
Her toplum, belli duyguların ve düşüncele­rin hissedilmesini, düşünülmesini ve ifade edilmesini dışlar.
kendi­me yabancı olmadığım takdirde hiç kimse ve hiçbir şey bana yabancı değildir.
Birini olduğu gibi gördüğümüzü sandığımızda aslında farkında olmadan o kişinin imajına ait kendi öngörümüzü görürüz.
Bilinç, geleneksel kalıplaşmış süzgece bağlılığı gevşetmek için, bilinçdışı ise gizli, ayn varlığından aydınlığa çıkmak için eğitilmelidir.
695 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.