Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Rüya Sineması

Sadık Yalsızuçanlar

En Eski Rüya Sineması Gönderileri

En Eski Rüya Sineması kitaplarını, en eski Rüya Sineması sözleri ve alıntılarını, en eski Rüya Sineması yazarlarını, en eski Rüya Sineması yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kainatın bir kitap şeklinde yazılmış olduğunu belirten Bediüzzaman, ağacın hayat tarihçesinin çekirdeğinde, çiçeğin hayat görevlerinin tohumunda ve bilinç sahibi her varlığın sergüzeştininse hardal gibi küçük kuvve-yi hafızasında dercedilmiş olduğunu söyler: "( ... ) ve bütün mülkünde ve devair-i saltanatında her ameli ve her hadiseyi müteaddit fotoğraflarla alarak muhafaza eden ve rububiyetin en ehemmiyetli bir esası olan ... " Burada fotoğrafın zihnimizi bir soyutlamanın içine atacak biçimde yorulanması bana ilginç geliyor. Televizyonda resmin bu amaçla kullanılmadığını, doğasındaki niteliğin manipüle edilerek uyuşturucu ve uyutucu özellikte tanımlandığını düşünüyorum.
Tarkovski'nin öğüdünde olduğu gibi inanmaya, sadece inanç sahibi olmaya ihtiyacımız var: "En önemli şey, şu bize anlamak için değil, yalnızca hissetmek için verilmiş olan simgeye sıkı sıkı sarılmak. İnanç sahibi olmak, her şeye rağmen inanç sahibi olmak. Bu, çok boyutlu dünyada biz tek bir boyuta mahkum edilmişiz. Bunun farkındayız ve hakikatten mahrum olma durumumuz nedeniyle işkence çekiyoruz. Bizim bilmeye ihtiyacımız yok. Bizim gereksinimimiz sevmek ve inanmak. İnanç, sevgi aracılığıyla bize bilmeyi iletir."
Reklam
Büyük günahı işleyen bir müminin psikolojisine ilişkin Lemalar'da geçen bir yorum bu bakımdan bana ilginç geliyor. Nefsin, küçük bir hazır lezzeti, gelecekteki binler lezzete tercih ettiğini belirten Bediüzzaman, bunu korkuyla da irtibatlandım. İnsan şimdi bir tokat yemektense bilinmeyen gelecekte sürekli ve şiddetli bir azaba razı olur. Duygular akli muhakemeye galip gelir. İlerde ulaşacağı sonsuz mutluluğu düşünmez. Bu yanılgının ruhsal nedenlerine şöyle işaret edilir: Tevehhüm, his ve heves, ileriyi görmüyor belki inkar ediyor. Nefis dahi yardım etse mahall-i iman olan kalp ve akıl susar, mağlup olur. Şu halde kebairi işlemek imansızlıktan gelmiyor belki his, heves ve vehmin galebesiyle akıl ve vicdanın mağlubiyetinden ileri gelir. Bakara suresinin başında gözlerine perde gerilmiş olanlardan söz edilir. Büyük günahta ısrarlı olunduğunda, kalpteki siyah noktanın büyüyerek imanı kovacağı ve gerçeği göremeyecek bir körlüğe giriftar olunacağı, kalbin mühürleneceği belirtiliyor. Böylesi gerilimli bir süreç sanata konu edildiğinde insanın hem ruhsal boyutları hem de toplumsal ilişkileri açısından, derinlikli bir anlatıma kavuşabileceğimizi sanıyorum. Burada günah çıkarmaktan söz etmediğimi de belirtmeliyim. Günahın deşifre edilmesini değil, belki mecazi bir anlatımla bu dramatik sürecin öy-külenmesini savunuyorum.
Üstad'ın radyo, televizyon ve sinema gibi teknolojik burjuva uygarlığının ürettiği araçlara yaklaşımı, NİYET ve nazar kavramlarında ifadesini bulan bir öte Gerçek kavrayışından besleniyor ... İnsan insanın kurdudur'un karanlık dehlizlerinde anlam aramaktansa, Varlık bir mecaz (ikon)dır, her şey kendine bir, Yaratıcı'sına dönük binlerce yüze sahiptir' in zenginliğine dalıyor. Onun namı ve hesabına eşyayı kullanmanın halife-i ruy-i zemin'lik anlamına geldiğini söylüyor. Gaflet nazarı. Emirdağ Çiçeği'nde de Hüve Nüktesi'nde de Gerçeklik kavrayışında herşeyi özerk akıl ekseninde yeniden kurgulama hülyalarıyla kıvranan, gele gele anlamsızlığa vurguda karar kılan postmodernist sanatçıya kainatın Samedani bir Kitap olduğunu hatırlatıyor. Öyle bir kitap ki harfleri, sözcükleri, işaretleri hep onu anlatmak üzere bir araya geliyor, kendi başına bir anlam ifade etmeyen biraraya geldiğinde mana kazanan harf gibi varlığın ikonik niteliğini gösteriyor.
Sonsuzluğun yankısı", diyor Nasr, "güzelliktir. Güzellik bir an tahdit rabıtasını aşarak prangaya vurulduğumuz zinciri kırar ve bu yüzden de ruhumuz güzelliğe susar. İnsan ne ka dar çok tefekkür edip maneviyatını zenginleştirirse, güzelliğin gücünü serbest bırakmakta o kadar hassaslaşır ... "
Gazzali, "iyiliğe ulaştıran her şey iyidir'' derken daha çok konjonktürel bir durumdan söz ediyordu. Bunu ilke alarak işe koyulduğumuzda, sonuçta nasıl netameli ve tehlikeli alanlara girebileceğimizi tahmin etmek güç olmasa gerek. İyiliğe götüren şeyin de iyi olması gerektiğini, dil-mana, şekil-muhteva özdeşliğinde aramamız gerekiyor. Dil anlamdır ve şekil muhtevadır, yoksa içeriği dilin belirlediğini savunan posbno dernistler gibi hakikat diye bir şey olmadığını kabullenmemiz gerekecektir. Oysa bizler kendi varlığımızdan daha kati olmak üzere, hakikat denilen bir üst gerçeklik kalına inanıyoruz ve bunun içlemi ve kaplamı bakımından neredeyse sonsuz bir alan içerdiğini düşünüyoruz. Dünyevi ve alt gerçeklik katlarını çevreleyen aşkın, metafiziksel bir hale ... İşte bizim içimizde de her şeyi tutan bir şey olarak, bir İlahi Merkez olarak bu hakiki gerçeklik alanı var. Onun dili ise bana sorarsanız hala sükut ve semboldür.
Reklam
Tarkovski, filmiyle bize yeniden hayatın anlamına ilişkin unuttuğumuz soruyu soruyordu. Le Clezio'nun ifadeleri çınlıyordu salonda: "İnsan, kendi varlığının ne olduğu hakkında yüksek bir düşünceye sahip değilse dünya üzerinde aşağılık olan, korkunç olan her şeye karşı bir duyarlılığı yoksa, insan iyi şeyler yazamaz."
Geri18
87 öğeden 81 ile 87 arasındakiler gösteriliyor.