Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sahip Olmak ya da Olmak

Erich Fromm

Sahip Olmak ya da Olmak Gönderileri

Sahip Olmak ya da Olmak kitaplarını, Sahip Olmak ya da Olmak sözleri ve alıntılarını, Sahip Olmak ya da Olmak yazarlarını, Sahip Olmak ya da Olmak yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Sahip olmak” ilkesinde inanç, emin olmak ihtiyacını duyan ve yaşamda bir anlam bulmak isteyen, ama bunu kendi başlarına aramak cesaretini gösteremeyenler için, bir koltuk değneğinden öteye geçemez.
Sevmek, yaratıcı bir etkinliktir. Bir insana (ya da şeye) ilgi duymayı, onu tanımak istemeyi, onu anlamayı, doğrulamayı ve onun yanındayken sevinç duyabilmeyi doğurur. Bu ister bir insan, ister bir resim, isterse bir ağaç olsun, sevme eyleminin özellikleri hiç değişmez. Sevmek, sevilen insanı (ya da şeyi) canlandırmak, onun yaşam duygusunu arttırmak anlamına gelir. Aynı zamanda, kişinin kendisini de canlandıran, yenileyen ve hareketlendiren bir süreçtir.
Reklam
İnsanların, uniformalar ile ünvanları, kişiye yetki veren kaliteler olarak kabul etmeleri olayı, kendiliğinden gerçekleşmemiştir. Otoriteyi ellerinde tutanlar ve bundan yararlanan çevreler, insanları bu kurgusal yanıltmacaya inandırarak, onların gerçekçi ve eleştirel düşüncelerinin uyutulmasına ve zayıflatılmasına çalışmışlardır. Her düşünen insan, eleştirel düşünce gücünü zedeleyen, şaşkınlaştırıcı klişe fikirlere zorlayan ve kişileri kendine esir alan propaganda yöntemlerini iyi bilir. Bazen bu propaganda öylesine güçlenir ki, insan, gözüyle gördüklerine ve kendi düşüncesi ile vardığı yargılarına bile inanamaz olur. Yaratılan bu yapay gerçeklik giderek , özdeki gerçekliğin üzerini örter ve onu kavranılmaz kılar.
"Akılcı" otorite, insana güvenir, onun gelişimini destekler ve "yetki" biçiminde ortaya çıkar. "Akıldışı" otorite ise, yönetici güçlere (iktidara) sahip olmayı gerektirir ve kendi denetimi altında olanları sömürerek yaşamını sürdürür.
" Sahip olmak " tavrındaki kişi, sahip olduğu şeylere güvenir. "Olmak" ilkesine göre davranışlarına biçim veren bir kimse ise, varoluşunun ve yaşadığının bilinci içinde davranır ve bilir ki, kendini bırakmak ve cevap vermek cesaretini gösterdiğinde, yeni bir şeyler doğacaktır.
Yabancılaşmış hatırlamanın başka bir örneğini, hafızada tutulmak istenen şeyleri yazıp, not etmekte buluruz. Onu kâğıda dökmekle, düşünceleri ileride sahip olunacak birer bilgi verisi haline dönüştürmüş oluruz. Ama kendi kişiliğimize onunla bir katkı yapmamışsak, bizdeki etkisi derin olmaz ve yazılı kâğıdın kaybolması ile hatırlama yeteneğimiz bizi terkeder. Böylece bir bilgi deposu haline gelen ve bizim dışlanmış bir bölümümüzü oluşturan notlar unutulurlar. Yani kişi kendini, yazılara ve kağıtlara bağımlı kılmış olur.
Reklam
Du Marais'den ikiyüzyıl sonra bugün, fiilleri isimlerle karşılamak alışkanlığı öylesine yaygınlaşmıştır ki, bunu Du Marais'in hayal etmesi bile düşünülemezdi. Günümüzün konuşma diline tipik, belki de biraz abartılmış bir örnek vermek istersek: Bir bayan hasta, psikiyatrist doktora gelecek olsa, şöyle der büyük bir ihtimalle: "Doktor bey, benim bazı sorunlarım var." Birkaç yüz yıl öncesinde ise, sözüne hiç şüphesiz: "Doktor bey, kendime bazı şeyleri dert ediyorum" diyerek başlardı, Modern konuşma dili, yabancılaşmanın vardığı büyük boyutları, iyice ortaya koyuyor. "Kendime bazı şeyleri dert ediyorum" yerine "bazı sorunlarım var" demekle, Öznel deneyi, benim dışımda olan ve benim sahip olduğum bir nesneye dönüştürmüş oluruz. Deneyi yapan "ben", yerini sahip olduğum "o şey" e bırakmıştır. Kişinin duyguları, onun sahip olduğu şeye dönüşmüş ve bir sorun olmuştur. "Sorun" her türlü zorlukla karşılaşılması halinde kullanılan bir soyutlamadır. Sorun bir nesne olmadığı için, benim ona sahip olmam düşünülemez. Buna karşılık, sorun bana sahip olabilir. Başka bir deyişle, ben kendimi bir "sorun" haline dönüştürdüğüm için, yarattığım bu benim dışımdaki nesne, beni belirlemeye, bana sahip olmaya başlamıştır. Bu tür bir konuşma, toplumdaki gizli ve bilince çıkmanış yabancılaşmanın, açığa vurulmasını sağlamaktadır.
Goethe
Mülkiyet: Biliyorum ki ben, Ruhumdan akıp gelmek isteyen düşünceler dışında Hiçbir şeye sahip değilim. Biliyorum ki ben, Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım anlar dışında, Hiçbir şeye sahip değilim.
Bencillik, insanının her şeyi yalnızca kendisi için istemesi durumudur. Bölüşmek yerine, sahip olmak kişiye haz verir. Sahip olmak tek hedef olunca, insan giderek daha açgözlü ve ihtiras sahibi olur. Çünkü ne kadar çok şeyi olursa, o kadar mutlu olacağını sanır. Böylelikle kişi, herkese karşı bir düşmanlık beslemeye başlar. Kandırmak istediği müşterileri, iflasa sürüklemeye çalıştığı rakipleri ve sömürmeyi arzuladığı işçileri, hep onun daha az şeye sahip olmasına yol açtıkları için, bencil kişinin düşmanlarıdırlar. Bu tür düşünen bir insanın, arzuları sonsuz olduğu için, hiçbir zaman rahat ve huzur bulamayacağı bellidir. Onun tüm yaşamı, kendinden çok şeye sahip olanları kıskanmak ve kendinden az varlığı olanlardan da korkmakla geçecektir. Ama bu kişinin toplumda ömek bir kişilik çizebilmesi ve güleç yüzlü, akıllı, namuslu ve dost bir insan olabilmesi için, duygularını bastırarak, o yönünü hem kendinden, hem de başkalarından gizlemesi gerekmektedir,.
Çağımızda, aktif bir yaşantı olan mutluluk ve sevince karşı, pasif bir durum olan hoşnutluğun ve eğlencenin, insanın varoluş sorununa doyurucu bir çözüm getirip, getiremeyeceği konusunda, bu güne dek denenmemiş olan toplumsal bir deneyi yaşamaktayız,.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.