İslam öncesi Araplarda şiirin ne kadar önemli olduğunu okumuştum, ama bu kadar olduğunu tahmin edemezdim. Doğrusu kitap boyunca geçen o bitmek bilmez aşk acısı bana fazla arabesk gelse de kurgu harika idi. Arabistan'da başlayan hikaye bizi İran'da esir etti, eski Türk diyarlarında savaştırdı ve farklı kültürlerin diyarında gezdirdi. Hikayeyi anlatırken , aşkı, hüznü, acıyı, savaşı, tarihi, Peygamberi en çok ta şiiri ve şairi masalsı bir anlatımla okuyoruz, hatta izliyoruz. Çünkü okurken, cümleler zihnimizde film gibi oynuyor. Gözyaşları ile bitirdim ..
Artık şiir söylemeyecekti, bu ise onu daha da perişan ediyordu. Acılar, kelimelerin kanatlarına tutunarak kalbini terk etmediği için göğsünün ortasında süpürülmemiş yapraklar gibi birikiyorlardı.
"Araplar da yabancılara benzemeye başladı Zeyd! Artık eski âlicenaplık, ahde vefa, sığınanı koruma, nadir rastlanan şeyler oldu. Sen bunu daha iyi görmüşsündür. Halbuki eskiden böyle değilmiş. 'Çölün sözü sözdür.' derlerdi benim kabilemde. Bu sözler sülalelerle birlikte dağılıyor."
Yusuf acılarını yenmenin yolunu bulmuştu; konuşuyor ve gülüyordu. Onlarsa acılarını yenmeye çalışmıyorlardı. Acılarını karşılarına oturtmuş, sessiz bir şekilde yüzüne bakıyorlardı.