Aynı eserin, her edebiyatçıya göre farklı yorumlarıyla karşılaşabiliriz. Hattâ, bizzat o sanat eserinin sahibi "ben böyle demek istemedimdi" diyebilir. Bu farklı düşünceler o esere yaklaşmamıza mâni değildir.
"Biz şi'ri böyle söyledik ağyâr söylesün
Hem dost söylesün bunu hem yâr söylesün Mızrâb-ı tab'ımız sözü kalbetti besteye
Hem beste söylesün bunu hem kâr söylesün"
● Yahya Kemal
Fikret'in
"Sen zanneder misin ki benim hep elemlerim
Heyhât ben nevâib-i eyyâmı inlerim"
mısralarına rağmen nevâib-i eyyâmı gerçekten inleyen Akif olmuştur.
Havâdislerinden makale ve tefrikalarına kadar hemen tek başına çıkardığı "Dağarcık, Kırkanbar, Bedr, Tuna, Zevra, Devr" mecmualariyle 35 yıllık Tercümân-ı Hakikat gazetesi, bunların dışında periyodiklere yazdığı binlerce ve binlerce yazı ile beraber iki yüz kadar kitap. Bunların bir kısmı roman-hikâye, tiyatro, bir kısmı yarı-ilmî, popüler bilgi eserleri. Her çeşitten kitap: Tarih, coğrafya, müsbet ilimler, felsefe, ekonomi, psikoloji, din ve akla daha ne gelirse.
Eskiler kafiyeyi tam bir teknik sistem hâline getirmişler, onun çeşitleri hakkında teferruatlı kitaplar yazmışlardır. Hattâ şairlere kolaylık olsun diye kafiye lügatleri tertip etmişlerdir. Meselâ şair bir mısrada ikrâr diye bir kelimeyi kafiye niyetine kullanmışsa, onu takip eden mısralarda hangi kafiyeleri kullanabileceğini bu lügatler hatırlatır, orada ikrâr kelimesinin altında ihzâr, ihbâr, ihtâr, iş'âr gibi daha bir yığın kelimenin alt alta sıralandığını görürdü.