Aslında tarifi mümkün olmayan bu durum dört ay sürdü. Evet, tam dört ay... Yazması kolay: Sadece altı harf! Dört ay... Dile getirmesi kolay: İki hece! Saniyenin dörtte birinde ağızdan dökülüveren iki kelime: Dört ay!
Zamansız ve mekansız bir hiçlikte zaman neye göre ölçülür; kimse tarif edemez, ölçemez, gözler önüne seremez; bu hiçliğin insanı içten içe nasıl kemirdiğini, paramparça ettiğini kimse ne başkasına ne de kendine anlatabilir.
Sessizliğin karanlık okyanusunda cam fanus içindeki bir dalgıç gibi yaşıyordu, üstelik içten içe onu dış dünyaya bağlayan halatın koptuğunu ve artık kimsenin gelip onu sessiz derinliklerden çekip çıkarmayacağını sezinleyen bir dalgıç gibi. Yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu; dört bir yanda sürekli bir hiçlik hakimdi, mekânsız ve zamansız mutlak bir boşluk. İnsan bir aşağı bir yukarı gidip geliyor, düşünceler de bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı tekrar tekrar onunla birlikte gidip geliyordu. Ama düşüncelerin bile her ne kadar soyut görünseler de bir dayanak noktalarına ihtiyaçları vardır, yoksa kendi eksenlerinde anlamsızca dönüp dururlar, hiçliğe onlar da katlanamazlar.
''satrancın eşsiz bir avantajı vardır, zihinsel enerjiyi dar bir alana odaklayarak en ağır düşünce eyleminde bile beyni yormaz, aksine onun kıvraklığını ve dayanıklılığını arttırır.''
''Fikir içime işler işlemez kuvvetli bir zehir etkisi yaptı; kulaklarım uğuldamaya, kalbim deli gibi atmaya başladı, buz gibi olmuş ellerime söz geçiremez olmuştum.''