Bu adam çok... kurt gibiydi. Çok muzipti. Ve Mari bunun bir tür eğlence olduğunu fark etti. Biraz da olsa, onun kendisiyle oyun oynamasını ve kulağını hafif hafif ısırmaya başlamasını bekliyordu. Ve Mari, bundan hoşlanacağını sanıyordu.
Bekledi ve geride kalması ve Mari'nin aldırış etmediğini sanması için ona yeteri kadar zaman verdi, daha
Mari dirseklerini indirerek uzandı ve adamın bileğini tutup serbest elini de kaldırdığı kalçalarına doğru çekti.
MacRieve sanki gördüğüne inanmıyormuş gibi başım sertçe iki yana salladı. "Sadece benimle, cadı," diye hırladı, bakışlarını kızm
vücudunda gezdirirken. "Bu sadece benim olmalı."
Mari o anda ona her şeyi
Bowe bikinisinin üst kısmını yana çekince Mari dirseklerinin üzerinde doğruldu. Mahmur gözleriyle adamın, göğüslerini ortaya çıkarmasını izliyordu.
Göğüs uçlarının görünüşüne karşı Bovve'un nabız gibi atan erkekliği pantolonunu yırtmak üzereydi. "Seni o kadar sert emeceğim ki günün geri kalanında hep beni hissedeceksin. Bunu yapmamı
Şaşkınlığı aşikâr olan MacRieve bir anlığına duraksadı. Daha sonra inleyerek, sımsıkı tuttuğu Mari'nin kolunu serbest bıraktı.
Elleri tüm ağırlığıyla kızın kalçasına giderek sanki Mari'yi böyle hissetme fırsatı kolluyormuş gibi onu sıktı. Kızının ağzının içine doğru hırıltıyla, "Şehvetli cadı," dedi.
"Beni gerçekten çok sert öp, MacRieve."
"Şehvetli ve talepkâr. Tanrılar, beni ne kadar memnun ettiniz."
Sonra dudaklarım dudaklarının üzerine yapıştırarak ve dilini arasından kaydırıp diline değdirerek, Mari'yi öptü. Ateşli... ıslak... sert.
Mari aklı başından gitmiş bir halde ona karşılık vermek dışında bir şey yapamadı.
Kalçasını tutan iri avuçlarıyla onu kendine doğru çekerek Mari'yi sertleşmiş erkekliğini hissetmeye zorladı.
Mari kendini cennette gibi hissediyordu...
Yüzündeki şeytansı ifadeyle gıpta eder gibi görünen Cade dışında herkes yaptığı kötülüğe şaşırmış gibiydi. "Bana seni kızdırmamam gerektiğini hatırlat, cadı," dedi.
Belini tutan adam, başparmağım aşağı yukan oynatarak bedenini okşuyordu. Göbeğindeki küçük halkaya dokunduğunda dudaklarının arasından çabuk ve şaşkın bir nefes aldı.
Adamın titreyen eli nihayet aşağılara doğru kaydı...
Mari de ona dokunma arzusuyla yanıp tutuşuyordu ve parmaklarım adamın geniş göğsünden aşağı kaydırdı. Tam kotunun beline ulaşmıştı ki adamın parmakları da şortunun içine doğru yol almaya başladı. Öpüşmelerinin şiddeti gittikçe artıyordu.
Bowen bugüne kadar öpüştüğü kişiler içinde en günahkârıydı ve onunla bir daha öpüşme şansı olmayacağım biliyordu. Bu yüzden adamın başım kavradı ve sanki hayatı buna bağlıymış gibi onu öptü.
Dudaklarım hapsettiğinde adamın öpüşü sert ve ateşliydi. Ve Mari onun ihtiyaçlarım karşılamaya hazırdı. Farkında olmadan dizlerini kaldırmıştı, bedenini utanmazca onunkine bastırıyor ve sert erkekliğini karnında hissediyordu.
"Seni ulaşamayacağım bir yerde tutmanın en iyi yolunun ne olduğunu düşünüp duruyordum. Eğer senden kaçarsam, seni savunmasız bir halde bırakırım. Eğer seninle kalırsam..." Devam edemedi.
"Sanki kıyamet günü gelmiş gibi görünüyorsun. Bu gerçekten
o kadar tehlikeli mi?"
Bowen onu rahatlatacağına, başını onaylarcasına salladı. "Evet.
Kontrolümü kaybederim ve güç bakımından aramızda çok ama çok büyük bir fark var. Sana sahip olmak için serbest kalırsam, seni ikiye ayırırım."
Mari yutkundu. "Tam olarak neye dönüşüyorsun, MacRieve?
Tarif et."
"Lykae'ler bunu saorachadh ainmhidh bho a cliabhan, yani canavarın kafesinden çıkmasına izin vermek, olarak tanımlarlar.