Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Seyahatlerim

Ali Suad

Seyahatlerim Gönderileri

Seyahatlerim kitaplarını, Seyahatlerim sözleri ve alıntılarını, Seyahatlerim yazarlarını, Seyahatlerim yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
184 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
Bir Osmanlı memuru olarak Arabistan ve Irak'da görev yapan Ali Suad'ın Mart 1911 ile Haziran 1912 yılları arasında Arabistan, Irak ve Ürdün taraflarında yaptığı gezileri anlatan bir eser. Ali Suad bir Osmanlı memuru olarak bu coğrafyanın nasıl geri kaldığını gözler önüne koyuyor ve bununla beraber neler yapılması gerektiğiyle de ilgili beyanatlar veriyor. Bunun yanı sıra edebiyatı da seven Ali Suad, Fuzuli ile ilgili güzel değerlendirmeler yapıyor. Eserin dili ağır. Sadeleştirme yapılmamış, Osmanlıca metin Latinize edilmiş. Bu nedenle okuması yetkin olmayan gözler için oldukça zorlu bir kitap. İlgilenene tavsiye ederim.
Seyahatlerim
SeyahatlerimAli Suad · Kitabevi · 19964 okunma
Bizans'ın payitahtına yerleştikten beri bin türlü ezvak-ı safa ile bir o kadar hırman ve cefanın her ikisini de görmüş ve en sonra ikincisine alışmış olan hayalperest bir kavmin hal-i hazırındaki mesuliyeti itibariyle ben orada garip bir maznun gibiydim.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
Osmanlı dönemi Irak halkı
Hizmet-i askeriye ifa etmezler, yalnız vergi verirler.
Osmanlı son döneminde Irak'ın durumu
Memurların, şeyhlerin, serserilere olan muamelesinden kurtulduğunu hisseden ve evvelce kalpsiz, vicdansız, hain, şaki, hırsız, hilekar ve vahşi tanılan aynı adam, gayretli, muti, minnettar ve hatta halim ve doğru olmuştu. Çünkü hanesi ve tarlası vardı.
Irak'ı tetkike gelen ve iş arayan Avrupalıların hâli şayan-ı dikkatti. Bir Fransız, icra-yı ziraat için yer arıyor, bir Belçikalı makine işleri yapmak istiyor, Frankfurtlu bir mösyö bankerliği gözüne kestiriyor, bir İngiliz kömür ve demir makine deposu açmayı düşünüyor. Bunların içinde en eyvel davrananı ve en çok göze çarpanı bir Alman'dı. Bu adam Avrupalı bir şirket vücuda getirerek Bağdat'ta gayet cesim ve müzeyyen bir otel ile bir de bira fabrikası binasına başlamıştı. Memleketin zenginleri uzaktan bakışıyorlardı. Bu daha bitmezden evvel başka türlü güzelini şimendifer kumpanyası kendi hesabına yaptırmaya başladı. Kendine has elektirik makinesiyle tenvir olunacak, etrafinda gayet geniş tarlalarında her şey yetişecek ve “Harun er-Reşid” zamanını andıracak bedayi-i gûna-gûn ile bahçede müzeyyen kaideler, eyvanlar, ufak kasırlar ve Arapkâri havuzlar yapılacaktı. Otelcilik ticaret-i azime-i mühimmesinden memleketimizin sermayesi ve halkı ebediyyen mahrum kalmıştır demek mübalağa değildir. Oteli bina edip bir Frenk’e kiraya vermek, yüzde beş veya altı getirir bir akar sahibi olmak demektir. Memleketin hiçbirinde otel işletecek müdür yahut memur değil, hatta terbiyelice hizmetçi bulmak imkân haricinde iken bil-farz Bağdat'ta muntazam, büyük bir Müslüman oteli bulmak, elbette bir hayal-i muhaldir. Şimendiferler memlekete başka bir azamet, başka güşayiş, başka bir reng-i refah ve servet bahşetmişti. Hem bu defa hakikaten -eğer varşa- âşıka Bağdat uzak değildi!..
Gece yarısına bir saat kala “Hay” kasabasına dahil olduk. Manzara güzel, her şey iyi; yalnız insanlar fena alışmış. Burada -belki ilk defa- garip bir hisle “idare” kelimesinin medlulü acaba nedir? Eğer hâl-i hâzırı idame ise bunun için valilere, teftişlere, tahkiklere hiç lüzum yok, çünkü bir mahkeme ile bir câbi heyeti ve bir de gayet mükemmel kuvve-i zabıta kâfi... Yok, eğer içtimai, iktisadi düşüncelerle ziraat ve ticareti ilerletmek ve bu tarikle bu mübarek yerlerin intizam ve terakki yoluna islaki esasıyla hatta maneviyata da tesir ederek ahlak-ı umumiyenin ilâsı ise memurlarımız bunu katiyen yapmıyor. Bunu düşünmek için malumat-ı âliye ve esasat-ı fenniyeyi kendi şime-i metinesine yerleştirmiş insandan zırhlılarımız olmalı!.. Asiliğin ilmini almış bu biçare cüheleye karşı acaba ilim ve fen kâr etmez mi?
Sayfa 195Kitabı okudu
Reklam
Ertesi gün saat beşte “Bender-Buşir'e geldik. Şimdi burada insana gayri ihtiyari ve pek tabii olarak bir düşünce geliyor: “Hufuf”tan Bahreyn’e gelmek, yani ancak iki günlük bir mesafeyi geçmek için çekilen mihen ve meşakk ve uğranılan teehhürat ve mehalik ve sonra Bahreyn’den “Mill” vapuruna binildiği vakitki maddi ve manevi istirahat-ı tamme. Bu meselede kemâl-i ye's ve nefrin ile verdiğim hüküm ve istihsal ettiğim netice, bizim yine bilgisiz, görgüsüz, hodpesent, hayalî, tembel ve binaenaleyh her türlü ızdırabatı çekmeye ve her mahrumiyete boyun eğmeye mahkumiyetimizdir. Hamiyet ve gayretimizin ancak makalat-ı edebiye yazmak veya okumaya inhisar etmesidir; hissiyatımızı, daha amelî dereceye getirememiş olmamız ve yalnız nazariyat içinde birbirimize akıl hocalığı hâlinde kullanmamızdır. Bunun için Basra körfezi sevahil-i Osmaniyesinin ve ehemmiyet-i siyasiyesini ve bugün maziden pek çok farklı surete en zaruri şeyleri ifa derecesinde olsun çalışmak mecburiyet ve ihtiyacını bilmek medeni bir vukufla anlamak mecburiyeti, bütün memurin -ilk safta olarak-hazin bir surette mevcuttur. Milletin mütenevvir kısmı -demek ki- tecrübesiz ve görgüsüz olarak İstanbul muhitinde kalacak, okumuş ve öğrenmiş olduğu için her meseleyi kemal-i itimad-ı nefs ile yeşil masanın üzerinde halledecek, İstanbul muhitinin nazik, uyuşturucu, idare-i maslahat edici, mühmel ve mütereddit ve yaptığı işin yolunda olduğuna kani ve kendinden daha iyisini görüp tanımadığı için hodpesent ve mağrur heva-yı marizinde hür bir milletin, her şeyi nakıs ve büyük himmetlere muhtaç ve müftekir bir memleketin ukalası sıfatından asla vazgeçmeyerek işlerine devam eyleyecektir.
Beyrut'tan buraya kadarki müşahedatımı hikmeten ve idareten hülasa eylemek iktiza ederse şu pek vâsi ve pek mühim kıta-i cesimeyi devr-i istibdat baştan başa tahrip ve yağma ve terk ve ihmal etmiş olduğundan hükümet-i mukaddese-i meşrutamızın buralardaki hazm ve gayret ve sebat ve himmeti diğer kitaata nispetle birkaç kat ziyade ve o derece
Evet, biz hâlâ birçok şeyleri düşünemiyoruz ve göremiyoruz. Bağdat ile Basra arasında tesadüf ettiğim üç misyoneri düşündüm. Biri İngiliz, diğeri Amerikalı, üçüncüsü Alman. Lakin hepsi Protestan ve "Şirket-i İnciliye-i İngiliziye ve Ecnebiye"ye mensup. Bu zatların, bu şirketlerin uzun bir maksat takip edip etmediklerini düşünmeye
Öğleden sonra mümkünse hanesine davet etti ve yerini gösterdiyurunuz, rahat edersiniz, memnun olurum.” diye veda etti. Bahçe kapısından sokağa çıkarken köşeye nazır bir kısm-ı binanın bir katında sesler işittim. Pencerelerine baktım, burası bir dershaneydi. İçinde otuz kadar Arap çocuklar ile gözlüklü bir genç Amerikalı hoca vardı. Çocuğun biri ayakta Arapça ve İngilizce tercüme yapıyordu. Burası bir mektep... Biz hâlâ maarif nezaretimizin şehrî seksen ve yüz yirmi kuruş aylıklı mekatib-i iptidaiye hocalarıyla meşgul oladuralım!..
Sayfa 140Kitabı okudu
18 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.