Yoğun bulutlardan süzülen ışık, nefesini sanki bir şalın içinden alan şehir, sokakları süpüren, hiç de dost canlısı olmayan rüzgâr, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında savunmasızca ıslanan evler, kaldırımlar ve araba yolları...
.
.. ve yağmur yeniden başladı, gökyüzü, doğuda bir anı hızıyla aydınlanıverdi, dalgalanan ufuk çizgisine kızıl-şafak mavisi rengiyle tutundu
ve sabahları dilencinin kilisenin üst merdivenine sallana sallana çıkmasındaki insanın boğazını sıkan o sefaletle, gölgeyi yaratmak için, ağaçları, yeri, göğü, hayvanları, insanları, çözülmez şekilde içine, sinekler örümcek ağına karıştıkları gibi içine düştükleri bu allak bullak eden, uyuşturucu teklikten ayırabilmek için güneş de çıkıp geldi
ve göğün kenarında kaçmakta olan geceyi, korku salan unsurları, karşı tarafta, batı ufuk çizgisinde tıpkı ikileme düşmüş, kafası karışmış, bozguna uğramış bir ordu gibi peş peşe düşerken gördü.
birdenbire çöküveren sessizlik, butehditkar suskunluk
.. kökleri düşündü, bugün artık bu toprağa dönüşen, can veren balçığı ve o kadar dehşete kapıldığı o sükûnu, o sessiz doymuşluğu düşündü.
.
.. kâh onlara yönelen parlayan bir bakış kâh varlığını tek bir hareketle, tehditkârca ve baştan savamayacak şekilde belli eden bir talihsizlik, peşlerinden bir gölge gibi, ..
.
Yılların uzun ve zahmetli mücadelesi boyunca inşa ettiği bu her şeyin nasıl da kırılgan olduğunu canı sıkılarak anlıyor ve -iri, güçlü bünyesine karşın- kendisinin de çöküp mahvolduğunu daha da büyük bir hınçla görüyordu: ..
.