Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Anlam Arayışında Sanat ve Sinema

Sinemanın Kökleri

Enver Gülşen

En Eski Sinemanın Kökleri Sözleri ve Alıntıları

En Eski Sinemanın Kökleri sözleri ve alıntılarını, en eski Sinemanın Kökleri kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sinema tarihinde özellikle ana akım sinemaların kahir ekseriyeti, sinemanın “unutturma” ve "sanallaştırma" özelliğini kullanır. Sinema seyircisi, koltuğa oturduğu an, kendisi için üretilmiş, bambaşka ve genellikle hakîkî hayat ile ilgisi olmayan bir “sahteliğin” büyüsüne kapılır. Perdede görülen şeyler, insanın entelektüel, sanatsal veya hikmete dair Üretiminin içinde olmak gibi bir kaygı taşımazlar. Hatırlamak ve hayatla bağı canlı tutmak gibi bir kaygının değil, sinema koltuğuna oturulduğu andan itibaren eğlendirme ya da duygulandırma amaçlarının çıktısıdır gördüklerimiz. Parçala(n)ma, bu tür filmlerde, hem filmin yapısında, hem de amacında belirgindir. Gerçek hayat ile sinema koltuğundaki sanal hayat arasındaki parçalanma, perdede gördüğümüz her şeyin bizatihi bir parçalanmaya hizmet etmesi... Hatırlamaya karşı unutma... Bu tip filmleri, genellikle bir makale, bir gazete yazısı, bir televizyon programı gibi izlemek, "bilgi" açısından kimi faydaları olduğunu gözler önüne serecektir elbette. Mesela Hollywood'un propagandaları, ABD ve Batı'nın dünyaya nasıl baktığının ipuçlarını verirler bize. Avrupa'nın festivallerinde cirit atan filmlerse, özellikle o dönemlerde Avrupa'da hangi sanat ve düşünce “modalarının' olduğunu ifşa ederler. Son yıllarda festivallerde eşcinselci Filmlerin her türlü versiyonlarının hâkimiyetinin, neo-liberalizmin postmodern versiyonlarının soysuzluğu meselesinde bize önemli ipuçları vermesi gibi...
Modern/ultra (post)-modern Batı, temellerini çok belirleyici bir ayrım üzerinden kurar. Kartezyen cogito'nun özne ile nesne "birlikteliğini" parçalaması, bambaşka bir dünyaya gözlerini açar insanlığın... Öznenin lehine, diğer her nesneyi “tarihte eşi benzeri görülmemiş bir özne tipinin" egemenliği altına sokar. Artık kâinat bir
Reklam
Hollywood gibi “iktidar sistemleri", "çağın düşüncesinin ürettiği sanat" algısının dışavurumudur. Sanatı, Allah’ı bulmak hedefinin tevhidi bir çıktısı yapmış islam medeniyeti gibi kadim medeniyetlerin, bugün yeni bir dil üretememesi sonucu Hollywood gibi iktidar mekanizmaları, tüm sanat biçimlerini de dönüştüren bir işlev görmeye başladı. Batılı bilim ve teknolojinin kıta sahanlığında yetişen, önce modern iktidarların ve “hakikate biçimlerinin" propagandacısına dönüşen, sonra da post-modern nihilizmin/liberal soysuzlukların koşu atı olan Hollywood, liberal Batının ürettiği tüm değerlerin, dünyaya uğursuz bir aşı olarak zerk edilmesinden mesuldü artık. Fikir ve hayat olarak dünyaya vaat ettiği her şeyi uçurumun kenarına getirerek atmaya başladığı için, öte yanıyla bu bataklık medeniyetini sürdürmenin yollarını Üretmek zorundaydı Batılı zihin. Tümüyle bir dünya varlığı hâline dönüşmüş insanın, eşref-i mahlükat olduğu gerçeği hızla yerini, anlamsız bir kâinatta yaşadığımız nihilizmine bırakmaya başlamıştı. Ancak bu "anlamsız" dünyaya, maddi gücüyle "işlev" katacak olanın, yani liberal Batılı hayat biçimlerinin, tüm dünyaya pazarlanması gerekiyordu. Hollywood, işte bu pazarlama yöntemlerinin en “içten pazarlıklı" olanıdır.
Hollywood, ABD, Ingiltere, Fransa, Almanya gibi neo-liberal Batıcı değerlerin taşıyıcısı ülkelerin silahla, ekonomık güçle yapamadıklarını "sanat" yoluyla yapmak üzere vardır. Köksüz post-modern gösteri(ş) sanatlarının bir dışavurumudur. Bir "mistik” hakikat mi anlatılacak; Avatar gibi, Inception/Başlangıç gibi filmlerle elbette
Oryantalizmin modern, ultra, post-modern uç beyliklerinden biri olarak Hollywood, Batı sisteminin akademik, bilimsel, teknolojik göz boyama biçimlerinin hepsini kullanarak. dünyanın her yanındaki insanlan "üçüncü sınıf gönüllü kölelere" dönüştürmek için vardır. Seçtiği despotik propagandacı Fılm biçiminin de, “hız" ve "hazzın" filmler içindeki sonsuz dönüşmelerinin gözlerimizi boyamasını amaç edinmesinin de, ruhlarımızın/akıllarımızın/kalp ve vicdanlarımızın, ardında uykuya yatırıldığı "duygusal" pornografinin de temel sebebi budur. "Sakın ha durup 'kendinizi’ düşünmeyin" demektedir bizlere. “Onun yerine size hızı, hazzı, zevki, şehveti, 'ne istersen onu yap’! öneriyor, dahası bunu her gün evlerinizin içine kadar sokuyorum" demektedir... Hollywood, tüm gelenek ve kültürleri zombiye dönüştüren global liberal yayılmacılığın sadece keşif kolu değil, aynı zamanda öncü muharip kuvvetidir de... Filmlerde ve hatta diğer tüm "sanat” eserlerinde içkin olan ve bakışımızdaki ahlâkı, epistemolojiyi ve en önemlisi ontolojiyi yerinden edecek muharip kuvvet... Hollywood, kapitalist/neo-liberal sistemin bütün çarklarının en "doğru" şekilde yerleştirildiği ender organizasyonlardan birisidir gerçekten de... Dünyaya bir sunum biçimi dayatır, o sunum biçimi üzerinden dünyanın tüm ülkelerinde çeşitli tiplerde Hollywood'lar yaratılır. Fîlm sanatının köksüzleşmesl, piyasanın ve “sahibinin sesinin" belirleyiciliğine hizmet etmesi anlamına gellr dünyanın bütün Hollywood’ları.
Hayatın orucu olan sinema ''dur,temâşâ et, kendini tanı“ derken olabildiğince hayatın ruhuna temas etmeye niyetlenirken: Hollywood, insanı perdede izletilen sanal hayattan çıkarabilecek hiçbir boşluk bırakmaz. Her zaman dilimi, her mekân parçası diktatörler tarafından tanımlanmış, doldurulmuş ve afiyetle yiyip zehirlenelim diye bizlere sunulmuştur. Bu yüzden ilki, oruçlu insanın yaptığı gibi azgın hızdan yavaşlığa doğru kayar ve o yavaşlık onu "kendine” getirir. Film sanatının hakikatine yolculuk burada başlar. Hollywood ise size "bir adam neden dakikalarca bir yere bakan birisini izlesin ki?" sorusunu sorarak sizden “aman neden baksın ki!" cevabını bekler. Bu cevabı verdiğiniz an, Hollywood'un eşsiz tuzağına düşmüş, hızın ve hazzın çukurunda debelenmek için yeterli bir “besinle" donanmışsınız demektir! Modern ve ultra-modern çağların hızının karşılığıdır Hollywood. Sizden o hızın ve o hızın bütün o haz verici, şehvet kışkırtıcı çıktılarının emrine girmenizi ister. Üstelik eğer bu hıza karşı “oruçlu değilseniz", çabucak da kapıldığınız bir tuzaktır bu. Nefsin en alt kademelerinin kışkırtıcılığına oltayı atar ve o oltaya yakalanmanızı beklemez bile. Zorbaca ve hızla oltayı şehvetinize dayar ve çekmeye başlar. Bazen sizi cinselliğin en bayağı çöllerinde önce susatır sonra da susuzluğunuzu gidermek için olabildiğince “sapkın" yollar seçer; bazen aidiyetiniz üzerinden kurduğu “akıllı" bir pornografiyle esir alır. Eğlendirmek, "hayatı unutturmak“ ve onun yerine koyduğu simülasyonlanna teslim olmanızı sağlamak için yaptıkları cabasıdır.
Reklam
Bir gelenek üzerine bir film mi yapılacak? Önce o gelenek “satın alınır"; sonra Batılı seküler/liberal normlara uygun şekilde dönüştürülür. Sonra ise dönüştürülen malzeme o geleneğin asıl sahiplerine geri satılır. Avatar’dan, lnception’a, Cennetin Krallığı'na kadar yapılan fiilen budur. Ne de olsa dünyanın en geniş ticari ve reklam ağlarına, o ülkeler içinde onlara bilerek ya da dolaylı olarak hizmet etme karşılığı derin bir prestij ödülüyle palazlandırılan kültür/sanat mafyalarına sahiptirler. Hele bizim ülkemizdeki Siyad benzeri kuruluşlarda olduğu türden, hem derin bir "kendilik cehaletine”, hem de mafyalıklarını sürdürme karşılığı Batı’nın postacılığına soyunan yerel ama halkına ve kendine yabancı “aydınlar” türettiniz mi her şey tamamdır! Artık sizin elinizden satın aldıkları şeyi, size çok daha yüksek bir ücret karşılığı ve eski hâline hiç benzemeyen bir çarpıtmayla sunmaya başlarlar, Bir İngiliz tiyatro ve film yönetmeni olan Peter Brook'un Mahabharata'da Hindu geleneğine, Meetings with Remarkable Men/Olağanüstü Adamlarla Karşılaşmalar filminde tasavvufa "çarpıtılmış” bakışı, Hollywood'un yaptığı çarpıtmalar yanında çok iyi niyetli bile kalabilir.
İslam sanatı, özündeki “dikey sembolizmi" yani, Allah'ın isım ve sıfatlarının birer tecellisi olan tabiatın ve insanın manevi özünün Varlık ıle ilişkisini derinleştiren sembolizmi dışarıda tutmadan, ama temaşa, ritm,boşluk ve sonsuzluk üzerine tefekkürü ile Varlık'ın "varlığa“ “indirgenme' ve hululu yönünde herhangi bir tehlikeyi bertaraf etme kapasıtesine sahip olmasıyla, tenzih ile teşbihi bir tevhid ikliminde cem eder. Ne aşırı tenzihin nihilizmine/agnostisizmine kapı aralar, ne de aşırı teşbihin putlarına tevessül eder. Tenzihte teşbih, teşbihte tenzih eder. "O'nun benzeri gibi yoktur' ifadesinde bir yandan benzerin ispatı, öteyundan reddedilmesi söz konusudur. Bu nedenle Hz. Peygamber, 'Bana cevamıü'l-kelim [bütün hakikatleri toplama özelliği] verildi' demiştir. Hz Muhammed (sav.) kavmini gece ve gündüz davet etmedi. Tam tersı o gunduz içinde gecede ve gece içinde gündüzde davet etti. “'
“Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış/Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış" Hakk için olanın aynı zamanda halk için olduğunu ve Hakk'ın, halk/kâinat ve insan bağının düğüm noktasını oluşturduğunu ifade eden bir medeniyetin mensubu için, sanatı sanat yapan ve onu “bizatihi kendi için de kıymetli yapan şeyin" tam da bu özelliği olduğunu tespit etmesi o kadar zor olmasa gerek. Artık bu tip bir insan için, sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi olduğu sorusunu sormak abesle iştigal etmek anlamına gelecektir. Zira bu ikilinin ve bu ikiliyi bağlayan “asıl hakikatin" birbiri ile ayrılamayacak kadar derin bir bağı vardır. Ayrımlaştırma, bölme, parçalama uygarlığı olan modern Batı uygarlık ve sanatı için gerekli ve doğru bir soru olabilir; ama İslam sanatı dâhil hiçbir kadim ve kaim sanatın ne olduğunu açığa çıkarabilecek bir soru değildir bu.
Hakîkî bir Müslüman sanatçıyı, medeniyetin iklim şartlarını belirlediği gelenek toprağının üzerinde yetişen biricik çiçek olarak ta nımlayabiliriz. İslam medeniyeti, Allah'ın (c.c.) Varlığı olmadan anlam ve eylemi olan bir şey değildir. Dolayısıyla Müslüman sanatçı değişik biçimlerde de olsa vahyin ve Allah'ın inayetinin etkisinde bir "Müslim” demektir. Teslim olmuştur kendisine verilen "hediyeye". Hediyeyi “kendi nefsinden/aklından" bilmez. Kendinden bilirse, önce hayatını sonra da sanatını yitireceğıini bilir. İlham ve hayâl tam da bu mertebede ontolojik bir geçiş alanı olarak işlev görür Müslüman sanatçı için. Onun için sanat, kişisel seyr u sülük'unun bitiştirdiği bir meydan muharebesidir. Nefsiyle muharebe ederek ruhunun/akleden kalbinin/canının mertebesine ve oradan da Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellilerine "ulaşan“ ve oradan da Hakk’ın halk'a hediye ettiği hakikat perspektifini ifşa eden bir “dolaysızlık sanatçısıdır" o... Dolayısıyla Batılı modern sanatçı gibi "bireysel" olamaz Müslüman sanatçı. Zira bireysel yaklaşımın “hediyeyi kendinden bilmek kibrine" yol açacağını bilir. Onu yetiştiren gelenek ve medeniyet iklimlerinin Farkındadır. O iklimleri yeşertenin Ne olduğunun da...
Reklam
Mantıku't Tayr'da Attar "İstek Vadisi", "Aşk Vadisi". "Mar'ifet Vadisi", "İstiğna Vadisi", ”'Tevhid Vadisi", "Hayret Vadisi" ve “Yokluk Vadisi"nden bahseder. Bu vadilerin mânâsını anlamak, sadece insanın yolculuğunda değil, onun bir zihinsel/kalbi üretimi olan sinema için de değerli çıkış
Şiir, anlamdan hâle, hâlden anlama açılan bir deliktir. O deliği açmayı beceremeyenler -ki açılması hiç de kolay değildir-bir tarafta kalarak "çalışmaya" devam ederler. Ya anlamı rasyonelleştiren bir ”fikir şiiri" inşa eder; ya da "deneysel şiir" yazanların pek çoğunun yaptığı gibi, anlamın yokluğuna delalet eden denemeler yaparlar. Hâlbuki anlam ile hâl, bîr vakum gibidir o delikte. Birisi diğerine öyle kenetlenmiştir ki, birbirinden ayırdığınızda ikisinin de zemini çöker. Müzik, resim, mimari, film gibi sanatların şiire açıldığı vakum tam da burasıdır. Bir sanat eseri, hâl ile anlamın, ses ile sessizliğin, mânâ ile maddenin mükemmel bir terkibine kavuştuğunda şiir olur. İster bildik anlamda kelimelerle yazılan “şeylerde" olsun, ister diğer sanatların ürünlerinde, hakiki şiir çok azınlıktadır. Zira bu dengeyi sağlamak hiç kolay değildir. Bir yandan dilin hapishanesinin bağlayıcılığından kurtulmaya/firar etmeye çalışmak, diğer yandan gelenek üzerinden başka bağlayıcılıklar kurmak zorundasınızdır. Bu yüzden mesela divan şiirinin kimi bildik mazmunlarını Fuzülî, Nedim, Bâkî, Galib farklı şekil ve içeriklerle yenilemişlerdir. Gelenek, şaire verimli bir toprak bahşeder ama o topraktan yetişen çiçeklerin biricikliğine zarar vermez. Dolayısıyla Şiir, bir yandan dil hapishanesinden firar etmenin yollarını ararken, diğer yandan başka anlam hapishanelerinin gönüllü tutsağı olur.
Hâlbuki, sanat dallarını her birinde öyle eserler vardır ki şiirsel değil şiirdirler. Bach'ın bestelerinin pek çoğunu düşünün ya da Ayasofya Camii'ndeki Bizans ikonalarını... Ya da Süleymaniye'ye bakın... Her birinde şiirin en güzel örneklerini görecek, duyacak hissedeceksiniz. Onları şiir yapan, varlığın, hayatın ve kâinatın daha önce bakılmamış, görülmemiş, duyulmamış bir “görüntüsünü" ifşa etmektir. Allah'ın sonsuz isimlerinden birisinin tecelli etmesini “duyurmak". Mantığın, rasyonel bilgi edinme yöntemlerinin kutusuna giremeyecek bir ayne’l yakîn biçimi inşa etmek. Bilmek, görmek, olmak, varolmak ve yarolmak seyr u sülük'u üzerinde bir noktada olduğunuzu fark edebilmenizin yolunu açmak... "Lebbeyk" dediğiniz her anda aym bezm-i elest’te olduğu gibi Allah’ın “buyur kulum!" hitabı ile “doğrudan” karşılaşmak! İşte sanat eserlerini bulundukları konumdan zirveye, yani şiire taşıyan şey bu yollar: açma kapasitesine sahip olmasıdır. Her sanat dalı, şiir olma kapasitesini az ya da çok yüreğinde barındırır. Malzemesi taş, tahta, beton, çelik olan mimarinin ruha açılma kapasitesi bir şiirdir. Ayasofya'nın mimarı isidoros ya da Selimiye mimarı Sinan şair değilse kim şair? Boya ve tuvalden ibaret resim sanatı, aynı malzemelerden, hayatın göbeğinde bir hakikat deliği açabilir.
Sergei Paradjanov, kendi Film macerasını anlatırken, film sanatının “ümmiliğine” dikkat çeker. Ümmilik, sağırlık ve dilsizliğin “çaresizliğinde", çocuk kalbiyle, yani henüz kirlenmemiş bir "tarihe" ait bir ontolojik zamanı imler. Çaresizlik, çarenin işaretidir. Kul sıkışınca Hızır yetişir; seyirci de Filmin şiirini, ancak bu çok sıkıştığı zamanlarda hisseder. Çocukluk, bir yandan bağımlılığı, ama öte yandan her çıkardan azade olmayı işaret eder. Film şiiri, bütün çıkarları parantez içerisine alan fenomenolojik dünyanın dışındaki ontolojiye ancak böyle ulaşır. Sağır ve dilsizler için yapılacak olan Film nasıl olmalıdır peki? Konuşmanın kolaycılığına kaçmayan filmdir her şeyden önce. Zira konuşma, en derin, en gizli ve en güzel hâllerin önünde perdedir. Konuşma, şiir ya da yazı ile aktarılmaya çalışıldığında, aşktan çok az şey katabilir ancak. Paradjanov, az olanla değil, konuşmanın perdelerini açarak geride kalan çok olanla ilgilenmektedir. Güzellik aracılığıyla hakikatin peşindedir o. Konuşmanın ötesine geçen saf güzellik, bir süfînin dile gelemeyen hakikat tecrübesidir; bir âşığın halidir; bir çocuğun masumiyeti ve sevgisidir, bir kadının kabuk maskelerden sıyrılmış en otantik ve derin güzelliğidir... Paradjanov’un yakalamaya çalıştığı saf güzellik, sinema ve hakikat ilişkisinde iki önemli kanat oluşturur.
İnsanın metafizik arayışının iki kanadı vardır. Bu iki kanat, bırlıkte bu arayışı anlamlı hâle getirirler. Bunlardan birisi hakikat arayışı, dığer ise güzellik arayışıdır. “Güzellik kurtaracak dünyayı" diyen Dostoyevski'nin kastettiği güzellik, bu metafizik arayışın, hakikat ile birlikte temeline oturan ve bu arayışı tamamlayan şeydir. İnsanda gizli olan 'Rahmânî" yönün işaret ettiği güzellik! Her iki kanat da “güzel" peşinde, her iki kanat da "hakikat” peşinde, ama yöntemleri arasında kimi farklılıklar var. Güzellik hakikattir; hakikat de güzel... Birinci kanat hakikatten güzele; ikincisi ise güzelden hakikate ulaşmak ister. Birinci kanat, Tarkovsky’nin en yetkin şekilde temsil ettiği hakikat. ebediyet, zaman ve an arasmdaki bağları ortaya çıkarmaya çalışan bir sinema ve sanat anlayışını imler. Bu anlayış, hakikati deneyimlenebilir kılmak için zamanı, ritmi, rüyayı ve "görüntünün müziğini" kullanır. Konuşmanın ötesinde olanla ilgilenir, ancak konuşma çok ihmal edilmez. Ne de olsa "söz' ile de ilişkili bir tarafı da vardır hakikatin. Ama "söz' peşinde koşulan hakikati zedeleyen bir boyuta ve gevezeliğe asla taşmaz. Bir mutasavvıfın sözü gibidir... İkinci kanat. Dostoyevski'nin dünyayı kurta racağını söylediği hakîkî güzellik yoluyla hakikate ulaşmaya çalışan ve dünya sinemasındaki en yetkin temsilini Paradjanov'da bulan anlayıştır. Bu anlayış, zamandan sadece anın ebediyetini aktarmak için yararlanır. Ritmden ziyade, bir hâl ve güzelliğin zaman içinde donması önemlidir. Donan an güzelliktir. Saf ve hakikate ulaşma becerisi oları güzellik...
85 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.