Yaklaşık 17 yıl süren Pinochet diktatörlüğü, sivil yönetimler arasındaki bir parantez, bir ''ara rejim'' değildi ; hedefi, ''Şili'nin yüzünü tanınmayacak hale getirmek'' olan ebedi bir tahakküm projesiydi.
Ülkenin kuzeyindeki çöllük bölgelerde ve Patagonia'da muhaliflerin acımasız işkencelere tabi tutulduğu toplama kampları kuruldu. Muhaliflerin bir kısmı işkencelerde hayatını kaybetti, bir kısmı da uçaklara doldurulup denize atıldı.
12 Eylül faşist darbesi sonucunda, Türkiye'nin laikleşme yolundaki yürüyüşü kısılmış, Türk-İslam sentezi adıyla, Yeşil Kuşak teorisinin bir uzantısı bu topraklarda devlet stratejisi olarak benimsetilmiştir. Ardından da Atatürk'ün izinde olduğunu iddia eden Genelkurmay'ın temsilcileri iktidari, dünyayı yönetmeye soyunmuş olan uluslararası para sermayenin gönüllü sözcüsü ve temsilcisi olan "Nakşibendi" Turgut Özal'a teslim etmekte hiç bir sakınca görmemişlerdir.
İktidarın liberal dünya görüşü temsilcisi iddiasındaki bu aktöre teslimi sonrasında ise, Cumhuriyet'in gerek siyasal gerekse ekonomik kazançları, birer özelleştirme ve liberalleşme perdesi ardında elden çıkarılmaya başlandı. Cumhuriyet'in ilk 15 yılında kurulan fabrikalar tek tek satılırken, medya patronlarına da ekonomik çıkarlar sağlanarak, halkın bambaşka bir fotoğraf görmesi sağlandı.