Adalet hızlı gerçekleştirilmelidir,çünkü cezayla suçun arasında geçen zaman ne kadar kısa olursa ,"suç" ve "ceza" fikirlerinin zihninde birbirlerini çağrıştırılmaları da o kadar güçlü ve sürekli olur
cezanın amacı suçlunun topluma bundan sonra zarar vermesini ve başkalarının da benzer suçlar işlemelerini önlemek olmalıdır.Onun için de bu gibi cezalar başkalarının aklında en güçlü ve en sürekli izlenimler bırakacak ve suçlunun bedeninde en az eziyet yaratacak biçimde seçilmelidir.
1838 İngiliz Ticaret Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun kapılarını ekonomik açıdan Batı dünyasına ardına kadar açmıştı. Bunun ardından tüm ekonomik ve toplumsal yapının buna uygun bir biçime getirilmesi kaçınılmazdı. İşte Tanzimat Fermanı bu uyarlama işleminin dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
Osmanlı Devleti de bu koşullar altında ve 1853-1856 Osmanlı - Rus Savaşı’nın getirdiği olağanüstü ortam içinde dış borçlanmaya gitti. Gerçekleşen ilk dış borç 1854 yılında, Londra ve Paris borsalarında 3 milyon İngiliz Sterlini tutarında tahvil satılarak yapıldı. Bu borçlanmayı diğerleri izledi ve Osmanlı Devleti yüksek faiz oranlarıyla Avrupa finans çevrelerine hızlı bir biçimde borçlandı. Bu arada belirtmek gerekir ki, söz konusu borçların faiz oranları resmi anlaşmalarda yüzde 4-6 arasında değişiyordu. Ancak tahvillerin nominal değerlerinin altında satılması ve tahvilleri Avrupa finans çevrelerinde satan aracıların yüksek oranlarda komisyon alması, borçların faizini resmi anlaşmalarda görülen oranların çok üzerine çıkarmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikası da son derece gerçekçi idi. (...) Geleneksel dostluk, geleneksel düşmanlık vb. gibisinden gerçekçi olmayan, duygusal sloganlara kapılınmamış; ana amaç doğrultusundaki her yol denenebilmiştir.
Kimi yazarlarımız tarafından anlaşılmaz bir biçimde “bir karış toprak yitirmediği” ileri sürülen Sultan II. Abdülhamid zamanında Osmanlı İmparatorluğu Rumeli topraklarının önemli bir bölümünü elden çıkartmak zorunda kalmıştır. Bunun “suçlusu” Sultan Abdülhamid midir? Sanmıyorum. Tahtta kim olursa olsun bu gelişim, bir “kader”di. Ulusçuluk yangınının başladığı Rumeli topraklarını elde tutmak mümkün değildi. Ama “bir karış vermedi” gibisinden ucuz edebiyat yapmanın da haksız ve mantıksız bir tutum olduğunu düşünüyorum.
Kentlerin gelişmesine paralel olarak; soylu olmayan, savaşmayan, ruhban olmayan ve elinden herhangi bir ince zanaat gelmeyen ve bunlara karşılık ticaretle yaşamını sürdüren yeni bir grup görürüz. Bu gruba burg’da (kentte) oturan anlamına gelmek üzere “burjuva” adı verildi.
Avrupa devletlerinde siyasal iktidar dahil, hemen her alanda kapitalizm paylaşmaya razı oldu. Ancak kendi işçi sınıfıyla bazı şeyleri paylaşmaya razı olmak zorunda kalan kapitalizm, dış ülkelerin kapitalizmiyle paylaşmaya razı olmadığı için Birinci Dünya Savaşı çıktı.