Düştüğüm yerde adını bilmediğim
Bir gönül karanlığı
Bir yorulmak
Bir küçülmek
Bir harman
Oysa bir denince ben yalnız O'na
Yalnız O'na yönelirim, gayrı yok
“Söyle bana, eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnû, o dilruba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar bulut gülmesi
Sen nasıl bu kadar bıldırcın sesi
Sen nasıl bu kadar pencere önü
Sen nasıl bu kadar gök gürlemesi.”
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Yol uzun
Yol dumanlı
Yol kıvrılıp kalıyor dağların yüreğinde
Ayaklarım siyah, yorgun ve yalnız
Yürümek nasıl da ağır
Yürümek nasıl da tenha
Ama kuşlar uçuşuyor göğünde düşlerimin
Ama bahçeler yeşil
Dağ çılgın, ova sarhoş
Ben bu illerde meczup
Ben bu yolculuğun son elçisiyim
Can toprakta tohum
Can denizde kum
Başarmak istiyorum