Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

(Tasavvufi Arayışın Dışavurumu)

Sufi

Lale Bahtiyar

Sufi Gönderileri

Sufi kitaplarını, Sufi sözleri ve alıntılarını, Sufi yazarlarını, Sufi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Örümcek Ağı
Örümcek ağı sembolünün birçok yorumu vardır, fakat dönüşüm seviyesinde Sufîlerin şu deyişindeki şekliyle yorumlanmıştır:”Ben Allah’tan Allah’a bir mesajdan başka bir şey değilim.” Örümcek ağı, içte dönüştürülen şeyden dokunmuş bir mesajdır. Ağın kuvvetinin büyüklüğünde olmaması gibi mesajın uzunluğu da önemli değildir. Bazı sûfiler sadece iki satır düşünce bırakmıştır; İbn Arabî gibileri ise ilhama dayalı marifet ciltleri bıraktılar.
Her evre bir haftaya denk gelir, yedi gün gezegeni temsil eder.
Reklam
SUFİ tasavvufi arayışın dışavurumu
Tasavvufun hedefi, manevi hakikatlerin dogrudan muşahedesinde, kişinin bütün varlığı ile, kesreti vahdet içinde cem etmektir; yani benliğin bütün yönlerinin bir merkez içinde birleştirilmesiyle aynı anda, varoluşu aşan niteliksel birliği bilme noktasina ulaşmaktir. Yolculuk, kişinin içinde boğulduğu maddi dünyadan çekilmesi ile başlar. 'Birlikte Çokluk'tan 'çoklukta birlik'e gitmek için kişi önce nefsini öldürmelidir; bu, biyolojik bir ölümden çok manevi bir ölümdür, burada nefis ölür ve ölerek dönüştürülür, daha sonra bu maddi aleme geri döner .
Bekâ, Maşuk'un, maşukluğunu borçlu olduğu âşıklara kendini adandığını bilmektir. Bu şekilde, her âşık maşuktur ve her maşuk âşıktır. Aşk güzelliği gerektirir ve arzular; güzellik de aşkı gerektirir ve arzular. Mutlak Güzellik ve Sevgi olan Cenab-ı Hakkı O'nu sevenleri sever; ve onları sevdiği için onlar da kendilerinden hiçbir şey bırakmaz; O'nunla birdirler, çünkü gerçekte sevilen ve seven sadece O'dur. Hz. Ali'ye atfedilen bir Hadis-i Kudsi'de Allah şöyle buyuruyor: Beni Arayan Beni bulur Beni bulan Beni bilir Beni bilen Beni sever Beni seveni Ben severim Sevdiğimi öldürürüm Öldürdüğümü mutlaka ödüllendiririm Ödüllendirdiğimin Ödülü Benim.
Sayfa 103 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Sufî şairlerin hepsi, içsel manevî olgunluğu aramada İslam geleneğine bağlıdırlar, bununla birlikte, Şeriatı takip eden fakat içsel manevî yolculuğun mümkün olduğunu kabul etmeyen zahir ehliyle kendilerini anlaşmazlık içinde bulurlar. Halkın genelini hayrette bırakacak semboller geliştirildiği için birçok şair sapık olarak görülmüştür. Aslında, Kur'an'dan aldıkları kelimeleri özel bir tarzda kullanarak ince bir noktayı ifade ediyorlardı. Görünüşte fakihlere zıt düşerken aslında eserlerinde İslam'ın Yolunu dile getiriyorlardı.
Sayfa 127 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Zıtların Toplanması
İnsan sureti cem (toplanma) yeridir. O, biri zahir biri batın iki ayrı ikiliği cem eder. Batınî ikilik, suretin içinde mevcuttur ve esas itibariyle kişinin kendi hakkında sahip olduğu görüştür. Zahirî ikilik ise suretler arasında bulunur; bu, kişinin başka bir surette yansıtılmış olarak kendisi hakkında sahip olduğu görüştür. Batınî ikilikte erkek ve kadın aynıdır. Suretin manası farklılık arz etmez: Ruh'un ve nefsin dişil ve eril ilkeleri, her ikisinde de zahirî surete bakmaksızın mevcuttur. Kabiliyet ve istidada dayanan farkları fertler arasındadır. Zahirî ikilik erkek ve kadının fiziksel suretlerinden oluşur. Manevî yeniden bütünleşmede fiziksel suretlerin rolüne dair Rûmî şöyle der; ''Fizikî suret, büyük önemi haizdir; suretin ve özün birlikteliği olmadan hiçbir şey yapılamaz. Kabuğu soyulmuş bir tohumu ekebilirsin, ama yeşermeyecektir. Kabuğuyla göm ki büyük bir ağaç olsun. Bu nokta-i nazardan beden, İlâhî meramın tahakkuku için asıl ve zorunludur." (Mesnevî) Böylece, zıtların cemini başarmak ancak suret yoluyla olur. Kadının sureti en yüksek özü ihtiva eder ve bu yüzden İbn Arabî şöyle der: "Kadın, dünyevî güzelliğin en yüksek biçimidir, fakat dünyevî güzellik, İlâhî Sıfatların bir tezahürü ve yansıması olmadıkça bir hiçtir." Manevî dönüşümün başarılması, bu dişil suretin sembolik mânâsını idrak ile olur. İbn Arabî şöyle devam eder; "Bil ki Hakk Teâlâ somut bir varlıktan bağımsız olarak müşahede edilemez ve bir insan suretinde, başka bir biçimden çok daha mükemmel olarak ve kadında da erkekte olduğundan daha mükemmel olarak tecelli eder." (Fusûs, Muhammed Fassı)
Sayfa 28 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Reklam
Nur ayeti (Nur, 35)
Nefsin bu psişik yapısı Gazalî tarafından Nur ayeti (Nur, 35) üzerine yapılan tasavvufî bir tefsirle ifade edilmiştir. Dış alemdeki hem sesi hem de ışığı toplayan bir yer olarak 'duvardaki hücre,' ayrıca bütün duyusal algıların dahilî olarak toplandığı bir yerdir. Bir odak noktası, duvardaki bir gedik, nefsin ilk dahilî yönünü (ortak duyu) temsil
Sayfa 27 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
İnsan Nefsi
İnsan, şuur vasıtasıyla içindeki zıtları birleştirme imkânına sahiptir. İçteki yansıtıcı ayın dişil ilkesi nefis, içteki güneşin eril ilkesi Ruh veya Akıl ile birleştirilir. O zaman bilgiyi arayan 'arzu', bilinir hale gelir. Böylece kişi Hz. Peygamber'in hadisini idrak etmiş olur: "Nefsini bilen Rabb'ını bilir." Tasavvufun yolu, insanın içinde mevcut olan imkânların farkına varmak, onları idrak etmek ve manevî uygulamalarla onları gerçekleştirmektir. ibn Arabî şöyle der: "Kelimelerin zahirini düşüncelerinden çıkar, anlayana kadar batınını araştır." (H. Corbin, Creative Imagination...)
Sayfa 25 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Mahmud Şebisterî - Gülşen-i Râz
Yokluk bir aynadır, alem aynadaki görüntü ve insan, Görüntünün gözüdür ki ayna karşısındaki onda gizlenir. Sen görüntünün gözüsün ve Allah gözün Nurudur, Onunla her şeyin görüldüğü gözü kim görmüştür? Alem bir insan olmuştur ve insan da bir alem, Bundan daha açık bir izah yoktur. Meselenin aslına iyice baktığın zaman, Gören O'dur, göz ve görünen şey de O. Hadis-i Kudsî bu manayı beyan eder, 'Benimle görür, benimle işitir' der. Mahmud Şebisterî - Gülşen-i Râz
Sayfa 21 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
....... Rahman'ın Nefesini bilmeyi isteyen kişinin sadece Benliği bilmeye ihtiyacı vardır, çünkü Rabbin suret içinde tecelli ettiği yer benliktir. Kişinin en derunî varlığı, konuşma yoluyla en dolaysız şekilde ifade edilir. İnsanî düzlemde konuşma, İlâhî Kelime'yi veya Logos'u yansıtır; evreni yaratan Kelime idi ve onun Allah la dönüşü de bu Kelime iledir. Zikir, eşyanın cevherine ulaşmanın içimizdeki vasıtasıdır. Her şey Allah'ın Hazretini ihtiva eder. Bizim zihinlerimizdeki fikirler veya akletmeler, tabiri caizse Cenab-ı Hakk'ın zihnindeki fikirler gibidir. Bir kelimenin, hem bir mana hem de suret sahibi bir nesne olarak karşılığı vardır. Mana, daimîdir, İlâhî Fikir'dir; nesnenin aldığı suret ise bir gölgeden, geçici bir kalıptan başka bir şey değildir. İlâhî Fikirler, Rahman'ın Nefesi ile dünyevî hale getirilir. Tasavvufta Hz. İsa, Rahman'ın Nefesi'nin özel İlâhî Sıfatını temsil eder, çünkü her nesnenin hayatı alışı Nefes yoluyladır. "Allah'ın kelimesi bir kişinin kalbine geldiğinde ve İlâhî İlham onun kalbine ve nefsine girdiğinde onun tabiatı öyle olur ki içinde ölüyü dirilten İsa'nın nefesine sahip manevî bir çocuk meydana getirir.” (Mesnevî)
Sayfa 23 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Reklam
İbn Sina "Kaside-i Ruhiyye"
Sana yüksek bir yerden indi. Yüce, şanlı, ulvî güvercin. Bütün ariflerin gözlerinden gizlidir, Hicaba bürünmez, görünür olsa bile. Seni istemeden sana bağlandı, Senden ayrılmayı da istemez, inler. Bağlandığı halde alışamadı ve yakınlaşamadı, Sonunda bu ıssız ve çorak viraneye alıştı. Vatanındaki ahitlerini unuttu, Ve onlardan ayrı
Sayfa 25 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Kur'an (anlamı 'okumak'tır) vasıtasıyla ifşa edilen - "En güzel İsimler O'nundur. Öyleyse O'na bunlarla dua edin” (Araf 180)— doksan dokuz isim çeşitli biçimlerde gruplara ayrılır. Genellikle Zat İsimleri, Fiil İsimleri, Sıfat isimleri şeklinde sınıflandırılır. Ahad (Bir), Hakk (Hakikat veya Mutlak), Nur ve Allah gibi Zat İsimleri Uluhiyyet (divinity) ile alakalıdır ve bir yaratılış olsun veya olmasın mevcut olacak olan isimlerdir. Bizden tamamiyle bağımsız veçhelerdir. Hâlık (Yaratıcı) gibi Fiil İsimleri yaratılışa bağlıdır. Sıfat İsimleri de Kerîm (İhsanı bol olan), Hayy (Diri) ve Şekûr (ecri kat kat veren) gibi isimleri içerir. İsimler ayrıca Celâl (Ululuk) İsimleri ve Cemâl (Güzellik) İsimleri şeklinde sınıflandırılır. Sufîler, Allah'ı Cemâl isimleriyle zikrederler, çünkü bunlar yükselişi sembolize ederler, halbuki Celâl İsimleri yaratılışın inişini belirtir.
Sayfa 20 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Yaratılışın 'Nasıl'ı Yaratılışın 'nasıl'ı bir üçlü şeklinde tasavvur edilir. Bir sayısı mükemmeldir ve tarifin ötesindedir. Bütün sayıların temeli ve kaynağıdır. İlk tek sayı, bir değil üçtür. Üç, [asgarî] teklik seviyesi olarak tasavvur edilir, bu ise 'bilgi ile beraber' Hakk'tır; bilgi ile, olmak zorunlu olarak üç şey gerektirir; bilen, bilgi
Sayfa 18 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
Yaratılışın 'Niçin'i Bir Hadis-i Kudsi'de Allah'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim, bu yüzden mahlukatı yarattım." Yaratılışın olaylar dizisi, Gayri Varlık'tan 'Varlıkl'a, 'istemek'ten 'bilinmek'e doğru vuku bulur. Allah, kendinde ihata ettiği imkânları tasavvur eder ve sonra onları açığa çıkarır. Bir anlamda bu, aslî karanlıktan Nur'a adım adım çıkan Sır'dır. Neden Mutlak ve Sonsuz Hakikat'in kendini ifade etmesi gerekti? Hindular bu sorunun esasen cevaplandırılamaz olduğunu söylerler ve bu yüzden de 'İlâhî oyun' mefhumuna müracaat ederler. İslam'ın batınî gelenekleri de dahil diğer bazı dinler bunu İlâhî İrade'nin ölçülemez unsuru ile irtibatlandırırlar. Tasavvuf, 'Zatın Bilgisi için' şeklinde cevap verir. Yeniden açığa vurulan, hatıra getirilen, hatırlanan her suret, O bilinsin diyedir. Allah Sonsuz olduğu için, Zatının Bilgisi de O'nun sonsuzluğunun bir parçasıdır. Sonsuz ve Mutlak olarak O, imkânların yekununu ihtiva ettiğinden, kendini yadsımanın ve izafî olanı vücûda getirmenin imkânını da içermelidir. Bu yüzden alem mevcuttur, çünkü Allah sonsuzdur.
Sayfa 18 - İz Yayıncılık 2006Kitabı okudu
Aynı anda Sufî, hem Şeriatın ötesinde bilginin daha dış bir biçimini idrak eder hem de İsm-i İlâhî'nin tefekkürü ve zikri vasıtasıyla iç Hakikat ile birlik arar. Ulaşan kişi Allah'a doğru ve Allah'da yolculuktan sonra Allah ile bilen kişidir. Arayışın hedefi, nefsi aradan çıkarmak ve Hakk'ın, kendisi vasıtasıyla kendini bilmesine araç olmaktır. Ferîdüddin Attar'ın dediği gibi: "Hacı, hac yolculuğu ve Yol, benlikten Benliğe bir seyahatten başka bir şey değildir." Tasavvufun hedefi, manevî hakikatlerin doğrudan müşahedesinde, kişinin bütün varlığı ile, kesreti vahdet içinde cem etmektir; yani benliğin bütün yönlerinin bir merkez içinde birleştirilmesiyle aynı anda, varoluşu aşan niteliksel birliği bilme noktasına ulaşmaktır. Yolculuk, kişinin içinde boğulduğu maddî dünyadan çekilmesi ile başlar. 'Birlikte çokluk'tan 'çoklukta birlik'e gitmek için kişi önce nefsini öldürmelidir; bu, biyolojik bir ölümden çok manevî bir ölümdür, burada nefis ölür ve ölerek dönüştürülür, daha sonra bu maddî aleme geri döner. Bu anda nefsin çokluğu (duyusal ve psişik güçler) ortadan kalkar ve Birliğin ruyeti, boşalmış nefsi doldurur. Bu ise Allah, Vahdaniyetinde (oneness) görülünce olur. Sonra kesret bilincine dönüldüğünde Ruh bütün nesnelere döner.
Sayfa 14 - İz Yayıncılık, 2006Kitabı okudu
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.