“Bu çıkmış Haydarpaşa’da merdivenlerin üstünde denize dönmüş, ellerini yukarı açmış bağırıyor, ‘İstanbul seni yenicem ulaaaan’ diye. Dedim, ‘Birader İstanbul’u yenicen ama Ankara için ne diyosun? Onu da yenebilecen mi?’ Bu bi’ şaşırdı önce. Sonra toparladı kendini ellerini açtı yine ‘Ankaraaa Ankaraa! Akıllı ol lan!’ Görseniz ben nasıl gülüyorum kıs kıs. Ciddiyetimi takındım dedim ‘Birader peki İzmir var. Onu ne yapacaksın de bakalım?’ Bu yine bi’ şaşırdı. Sonra kaşlarını çattı, ellerini kaldırdı yine ‘İzmiiiir İzmir! Getirtme beni oraya.”
Babam, başıma bir şey gelir diye korkuyordu. Bugün anlıyorum ki aslında ne kadar doğru yapıyormuş. Zaten rahmetlinin "İleride anlarsın, büyüyünce anlarsın" dediği her şeyi zamanı gelince anlamamış mıydım?
Henüz oduncu gömlek, şetlant kazak moda olmamıştı. O yıllarda çocuktum ben işte. Dibinden mavi boya çıkarsa bir sonrakini bedava veren muhallebici amca zamanları. Küçücük plastik kaplarda turuncu ama şerbet tadında muhallebiler satardı. Annem “Yemeyin evladım o boyalı şeyleri” dese de amcanın arabasını sote bir kenara çektirip, bir yandan yerken bir yandan evlerimizin camlarını gözlerdik. Muzun pahalı olduğu, taneyle alındığı yıllar. Siyah önlük, beyaz yakalı yıllar. Henüz yakalara harfler, sayılar işlenmemişken çocuktuk biz.
Ona olan sevgimi nasıl tarif etsem? Hani çok pahalı bir restorana gidersin, en pahalı yemeği de yersin ama bir şeyler eksiktir.. Sunumu, temizliği, lezzeti güzeldir ama sıcaklık eksiktir hani, kurallıdır.Çatal, kaşık mutlaka olması gereken yerdedir.Daha önce gittiğin en salaş esnaf lokantısının samimiyetini bulamazsın. O esnaf lokantasındaki garson belki önüne getirdiği çorbanın yanında kaşık getirmeyi unutmuştur, kendin istersin, kendin kalkıp alırsın belki, ama daha sıcaktır ya. Hah... Ben Buse'yi esnaf lokantası sıcaklığıyla severdim. Ah bendeki güvensizlik duygusu. İlk iki aşkını karşılıksız sevince insan, hayata da 2-0 mağlup başlıyor.