21 Ağustos'ta başladığım "SUS BARBATUS!" macerası üçüncü (son) cildi okumamla 25 Mart'ta son buldu. Tadı "dimağ"ımda kalan harika bir üçlemeydi. Yaklaşık 1700 sayfaydı üçleme ama su gibi akıp giden "çağşak" bir roman serisi. "Çağşak" ne demek mi, diyorsunuz; kitabı okuyanlar biliyor, okuyacak olanlar da okuyunca öğrenecektir.
İçerikten çok bahsetmeyeceğim. İlk cildi okuyanlar veya iki cildi okuyanlar konuya hakimdir, konuyu öğrenmek isteyenler ilk iki ciltle ilgili yazılarımı okuyabilir. Ben bu yazıda Faruk Duman'ın olağanüstü üslubundan bahsetmek istiyorum. O kadar çarpıcı bir betimleme yeteneği var ki yazarımızın ilk ciltte karlar altında üşüdüm, ikinci ciltte yağmur yüzüme yüzüme vurdu, son ciltte de o sarp arazilere tırmandım, ayağım kaydı, yuvarlandım, siste önümü göremedim. Yaşar Kemal dışında doğayı bu kadar başarılı anlatan, canlı aktaran yazarımızı okumamıştım. Hemen aklınıza "Aa, Yaşar Kemal'i mi taklit etmiş yazarımız?" sorusu gelmesin çünkü Faruk Duman Yaşar Kemal'den farklı, kendine has bir çizgi tutturmuş. Okumadan bunu fark etmek olanaksız.
Hayranlıkla okudum, ısrarla okumanızı öneriyorum size de bu üçlemeyi.