Hiç güzel eski olur mu? Adı üzerinde eski. Mesela eski bir ayakkabı, elbise...Bayram sabahı giyene kadar geceleri başucumda benimle birlikte uyuyan yeni kırmızı rugan iskarpinlerimin yanında eskisi nasıl güzel olabilirdi? Öyle değil mi? Eski işte.
Benim adım bu, Şükûfe... Yani tomurcuk. Ve Nihal... Yani fidan. Fidanda ki tomurcuk istemez miydi yedi veren gülleri gibi rengârenk açmayı, dal budak sarmayı; hayata tozpembeler, kırmızılar, sarılar, beyazlar arasından bakmayı? Ama olmadı işte.
"Şükûfe Nihal'im ben. Erkek üstündür efsanesine boyun eğmem. Ne hamalına ne mebusuna ne de şairine. Neyin benden üstün? Gücün mü, kuvvetin mi? Ben kadınım, can verenim. Yani senden üstünüm. Şairlik mi? Onda seninle aşık atamayacağımı sanıyorsan güler geçerim. Eee, ne kaldı geriye? Neyin var benden üstün ha?"
"Dövüşüyorlar, boğuşuyorlar."
Peki, kim bu vahşi katliama sebep olanlar? Krallar, nazırlar, paşalar mı? Hayır, milyon kere hayır! Asıl suçlu kadınlar. Dünyanın bütün anaları. Çünkü oğullarına kadınların efendisi olmadıklarını öğretmediler. Aksine dünyanın bütün nimetlerinin onun için yaratıldığına inandırdılar onları. Böylece kendilerini doğuranın da bir kadın olduğunu unutup, kadını horlayan, döven, söven, ezen bir mahlûkat yarattılar. Canı ne isterse yapabilir onlar. Çünkü erkektir. Tanrıdan sonra gelen en yücedir! Ya öteki? Öteki, alt tarafı 'avrat kısmı'dır. Erkeğin, kulu, kölesi, elinin kiridir. Atılabilir. Satılabilir. İşte bütün mesele kadınları mal gören kabullenmedir. Anaların boyun eğmişliğidir.
Bana göre azizim, pişmanlık barındırmayan bir hayat neredeyse mümkün değildir. Bu yüzden ileride pişman olacakları bir yanlış yapmadan yaşamayı başaran insanlara gıpta ederim. Lakin 'böyle kaç insan vardır,' derseniz bilmiyorum. Bana gelince.... Pişmanlıklar ben denizin gölgesi oldu hep. Lakin bundan hiç şikayetçi olmadım. O anda babamın sesi karılır gibi oldu. "Pişmanlıklarımdan kurtulmayı bir türlü beceremedim. Onlarla hep yanyana yürüdük."