Tasavvuf Metafiziği sözleri ve alıntılarını, Tasavvuf Metafiziği kitap alıntılarını, Tasavvuf Metafiziği en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Allah’ım! Seni vekil edinmesini kendisine emrettiğin kimseye naip olarak sana hamd ederim! Öyle bir hamddir ki o hamd, bölünmeden ve ayrışmadan seninle birleşip senden sana dönerek bütün övgülerin faziletini içerir ve onları tamamlar.”
“Her zuhur ve hüküm, uluhiyet mertebesine dayanır. Bunlardan en uygunu ise hangi varlık olursa olsun hükmü kendisinde baskın olandır. Binaenaleyh her varlık mevcut olduğu mertebeye göre taayyün etmiş varlığında hükmü baskın olan nispet cihetinden Rabbini bilmiştir.”
Demek ki hüküm iki taayyünlüdür. (Bunlardan birincisi mevcudun Hak Varlık’a nispeti açısından taayyünü, ikincisi ise özel mahiyetine nispeti açısından taayyünü) Bir varlığın hakikatine varlığın bitişmesi ve hakikatte ve hakikat ile ortaya çıkması ‘isim’ ve bir ‘taayyün’ diye isimlendirilir. İlahi varlık cihetinden var olana nispet edilen taayyün ise ismin zata delaletidir. Varlığın kendisine ilişerek bu özel zuhuru ortaya çıkartan taayyün ise halk ve siva diye isimlendirilir. Sadece varlık veya sadece varlığın kendisine iliştiği hakikat itibariyle değil, varlık ile hakikat arasında belirlenen ‘makul’ mana ise bir ismi kendisine mahsus manasıyla öteki isimlerden ayırt eden şeydir. Birbirleriyle uyumlu ve çelişik bütün isimleri ihata eden, onlar üzerinde hüküm sahibi olan ve onlarla ilgili olan ise uluhiyettir.
Manevi kelam, birbirleriyle olan hükümlerinin gereğine göre isim ve hakikatler ve isim ve yaratılmış hakikatler arasında gerçekleşen bir karşılaşma ve birleşmedir. Bu, hakikatlerin isimlerden olmadığını düşünen kimseye göre böyledir. Bu şekildeki kelamın sureti ve neticesi, birleşmenin karşılamanın ve kelamı gerektiren durumun gerçekleştiği mertebeye göre zuhur ve taayyün eder. Buna göre kelam mertebeye izafe edilir. Bütün bunlar, hüküm, işin ve sıfat cihetindendir. Netice ise ilk çıkan ve zuhuru baskın olana aittir. Yazılmış Kitap bu ilk-yüce ve gaybi kelamın kaynağından düzenlenmiştir.
Hangi tarzda olursa idrak edilirse edilsin müşahade hangi makamda gerçekleşirse gerçekleşsin, mazharlarda idrak edilenler, müşahede edilenler, renkler, ışıklar ve nitelikleri ile nicelikleri farklı çeşitli yüzeylerdir. İnsanın mücerret manalara ev gayb mertebesindeki hakikatlere ilişen keşf vasıtasıyla elde ettiği idraki bunun dışındadır ki bu nedenle ‘mazharlarda’ dedim. Veya onların misalleri bir açıdan insanın yaratılışına bitişik bir açıdan da ayrı olan misal aleminde kendilerinin veya tikellerinin dışta bulunduğu tarzda ortaya çıkar. Bu durumda onların çoklukları duyuyla bilinirken birlikleri akılla ve sezgiyle bilinir. Bütün bunlar varlığın hükümleri veya Hakk’ın bilgisinin (bilinen ile arasındaki) bağın suretleri veya her mevcudun hakikatinde o hakikat ile o hakikat adına ve ona göre zuhur etmesi sebebiyle varlığın lazımı olan sıfatlardır. Nasıl istenirse ve neyle isimlendirilirse isimlendirilsin, onlar varlık değillerdir.
Sayfa ve ondaki yazı, nefes ve ses, genel varlık nurunu zikr edilen Nefes-i Rahmani ile yayılmasının benzeridir. Var olan, başka bir ifadeyle, varlığa giren malumların suretleri bu Nefes-i Rahman’da taayyün etmiştir. Yazmak ve söylemek, yaratmak ve izhar etmenin benzeridir. Yaratma ise ya taayyünleri kün ile zuhur eden Nefes-i Rahmani vasıtasıyla ya da yüce kalem vasıtası ile gerçekleşir. Yazının ve söylemenin yaratmanın ve izharın benzerinin olması Hakk’ın yazan, gerektiren, yaratan, tasvir eden, işini tedbir eden, isim ve sıfatlarına göre taayyün eden zatının ayetlerini açıklayan olması cihetiyle arada sabit olan benzerliktir.
Her varlığın kendi hallerini istilzam etmesinin nedeni, hükmünün hallerine sirayet etmesi ve onların bu varlığın ihatası altına girip tabi olmalarıdır.
Yaratılmış çokluğu mülahaza ettiğin ve çokluğun birliği görmeni engellediği ve müşahedende temkin sahibi olamadığın için bunlardan birisini diğerinde müşahede etmen imkansız olduğunda, ‘şehadet ve gayb alemi’ dersin.