Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Te'vilatül Kur'an Tercümesi - 12

Ebu Mansur El Matüridi

Te'vilatül Kur'an Tercümesi - 12 Gönderileri

Te'vilatül Kur'an Tercümesi - 12 kitaplarını, Te'vilatül Kur'an Tercümesi - 12 sözleri ve alıntılarını, Te'vilatül Kur'an Tercümesi - 12 yazarlarını, Te'vilatül Kur'an Tercümesi - 12 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Derler ki: Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı?(Yasin,52)Bazı insanlar bu âyete dayanarak kabir azabını inkâr eder ve derler ki; Kabir, rahatlık uykusunun yaşandığı mekândır, uyuyan insan rahat haldedir; şayet onlara azap edilmiş olsaydı yahut azap içinde olsalardı ne uyuyabilirler, ne de rahat olurlardı! Bu durum, kabir azabının bulunmadığını gösterir. Bazıları da şöyle demiştir: Kabir azabı vardır, ancak insanlar âhiret azabını ve dehşetini gördüklerinde, kabir azabı onlara âhiret azabının yanında uyku hali gibi gelir. Bazıları ise şöyle söylemiştir: Onlar diriltilmeden önce uyurlar, sonra dirilirler. [§]Uyku sırasında çıkan nefsin ölüm halindeki nefs olması ve o acıyı duyması mümkündür. Tıpkı uyuyan kişiden çıkan nefsin, başına gelen azabın acısını ve şayet lezzet varsa lezzetin tadını duyması gibi; o uykuda korkunç ve ürkütücü şeyler görür, bu bilinen bir husustur. Buna göre o inkarcılar da söylediğimiz gibi azap edilirler, dirildiklerinde şöyle derler: Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? “Merkad” (içinde uyku uyunan yerdir. Yahut onlar kabirde azap içindedirler, fakat âhiretin azabını gördükleri ve onun dehşetini farkettikleri zaman, kabirde gördükleri azap çok hafif gelir, âhiret azabının yanında onu basit sayarlar. Hâsılı âhiret azabı yanında kabir azabı uyku gibi gelir. İşte o zaman derler ki: Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Bunun en doğrusunu Allah bilir.
Müşahede İle bilindiği üzere gece ve gündüz birbirlerine zıt ve farklı oldukları halde, birinin diğerinden sıyrılıp çıkması, öbürünün berikinin İçine girmesi de Allah’ın birliğine, ölümden sonra dirümeye, Cenâb-ı Hakk’ın ilminin zatî ve tedbirinin ezelî olduğuna işaret eden delillerdendir. Cenâb-ı Hakk’ın, birbirlerine zıt ve farklı oldukları halde gece ile gündüzü, yaratılanların faydalan ve ihtiyaçları için sanki birbirinin zıddı değil de benzeriymiş gibi bİr araya getirmesi de vahdaniyetin delillerindendir; bu tablo, onların çok tanrı tarafından değil, tek Tanrı tarafından kurgulandığını gösterir. Çünkü bu iş şayet birçok tanrı tarafından kurgulanmış olsaydı, az önce de söylediğimiz gibi mutlaka zıtlaşmalar ve karşı çıkmalar olur, ikisinden birinin kendi fonksiyonunu yerine getirmesi engellenir ve düzenin bütünlüğü kalmazdı.
Reklam
Allah’ın ilminin zatî ve tedbirinin ezelî olduğuna işaret etmesi de şöyledir: Cenâb-ı Hak ilk yarattığı andan itibaren son bulana ve yaratılanların İhtiyaç ve menfaatleri sona erene kadar bu âlemi, orada yaşayacak olanların ihtiyaçlarını ve menfaatlerini düşünüp takdir ederek, herhangi bir değişime ve farklılaşmaya uğramadan hep aynı kanuna tâbi olarak yaratmıştır. Bu durum, O’nun, yaratılanların ihtiyaçlarım ve menfaatlerini ezelden itibaren bildiğine işaret eder; çünkü O, âlemi onların ihtiyaçlarını takdir edip menfaatlerini düşünerek yürütmektedir. Onun zatî bir ilmi, ezelî bir tedbiri vardır ve bunlar mükteseb değildir, başkasından elde edilmiş değildir. Aynı zamanda O, sonsuz bir kudrete ve mutlak bir hükümranlığa sahiptir. Çünkü gündüze ihtiyaç duyduğunda geceyi kendisinden gidermeye kimsenin gücü yetmez, geceye ihtiyaç duyunca da gündüzü başından savmaya kimse muktedir değildir. Gece ve gündüzden birinin bulunduğu zaman diliminde öbürünü getirmeye de kimse kadir değildir. Aksine gece, istesinler istemesinler bütün yaratılanları karanlığa boğar ve her şeyin üzerini örter; gündüz de, istesinler istemesinler örtülü olan her şeyi aydınlatır, gizlenen her şeyi onların gözleri önüne serer. [§]Bu, Allah’ın zatî bir kudreti ve hükümranlığının bulunduğuna, asla mükteseb ve başkasından alınmış olmadığına işaret eder. Çünkü her şeyi bilen varlığı hiçbir şey aciz bırakamaz ve hiçbir halde kendisinden bir şey gizlenemez.
Bu âyette, asıl hikmetin ne olduğunu çıkarmaya yarayan bir alâmet vardır, o da şudur: "Ondan taneler çıkardık; işte bundan (ekmek vb. yapıp) yiyorlar."(Yasin,33)Allahın, topraktan taneler çıkarması ve hak etmedikleri halde onu insanların gıdası yapması, ancak çeşitli vasıtalarla insanları imtihan etmek için onları yarattığına işaret etmektedir; insanlardan kimin şükredeceğini, kimin nankörlük edeceğini bilmesine rağmen herkese eşit davranmakta, onlara bu nimetleri vermekte nankörlük edenle şükredeni ayırmamaktadır. Bu durumda bunları birbirinden ayırtedecek başka bir âlem mutlaka olmalıdır; şükredene orada bunun mükâfatı verilecek, nankörlük edene de cezası verilecektir. Çünkü hikmetin gereği, bunlara eşit muamele etmek değil, yaptıkları amellere göre birbirinden ayırdetmektir. Bundan dolayı Allah orada nice hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdiğini, içinden sular fışkırttığını ve daha pek çok güzellikler hazırladığını söylemektedir. Sonunda da sormaktadır: Bütün bunların Rabb’ine hâlâ şükretmeyecekler mi?
Kuşkusuz Allah kullarından haberdardır, her şeyi görmektedir.(Fatır,31) Yani kulların maslahatlarından haberdardır ve onları görmektedir. Yahut insanlara gönderdiği peygamberleri insanların yalanladığını bilmekte ve görmektedir, bunlardan habersiz değildir. Bunu bilmesine rağmen Cenâb-ı Hakk’ın yine de elçilerini göndermiş olması O’nun hikmetsiz iş yaptığı anlamına gelmez. Bazı mülhitlerin, yalanlanacağını ve reddedileceğini bildiği birine elçi göndermek hikmete uygun değildir diye iddia etmeleri haklı ve isabetli değildir. [§]Eğer elçi göndermek, gönderenin ihtiyacı ve menfaati için yapılıyorsa, onun, elçisinin yalanlanacağını ve elçiliğinin reddedileceğini bildiği birine göndermesi hikmetin dışında bir davranış olurdu. Fakat her türlü noksanlıktan münezzeh ve yüce olan Allah, elçilerini kendi ihtiyacı ve menfaati için göndermekten münezzeh ve yücedir, aksine O elçilerini, gönderdiği insanların ihtiyacı için göndermiştir. Bundan dolayı O’nun, elçilerinin reddedileceğini ve yalanlanacağını bilmiş olması, kendisini hikmetin dışına çıkarmaz. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür. Yahut her şeyden haberdardır, her şeyi görmektedir meâlindeki âyet, tehdit anlamı içerir. Yani insanların devamlı sakınmaları ve kendilerini kontrol etmeleri için Allah onların hallerini ve yaptıklarını bildiğini söylemektedir.
Yaratıcının ve Onun birliğinin ispatına ilişkin delâlet eden gece ve gündüzün, güneş ve ayın ve sözü edilen bütün mevcudatın hepsinin başlangıcından sonuna kadar hiçbir artma ve eksilme olmadan, takdim ve tehire uğramadan aynı kanun, aynı ölçü ve aynı düzen içinde akıp gitmeleridir. Bu gerçek, onların hepsinin bir yaratıcısı ve idarecisinin var olduğunu gösterir; O her şeyi, olduğu gibi yaratmıştır ve aynı şekilde idare etmektedir, hepsini aynı düzen içinde korumaktadır. Eğer bunlar kendiliğinden var olmuş olsalardı, aynı ölçüde akıp gitmeleri mümkün olmaz, aksine ileri-geri giderlerdi. Aynı şekilde, eğer bunları yaratan tanrı birden çok olsaydı, mutlaka biri öne gider. Öbürü geri kalır, biri değiştirir, öbürü engel olur ve kendi başına giderdi, tıpkı dünya hükümdarlarının yaptıkları gibi; dünya hükümdarlarından birinin ortaya koyduğunu öbürü reddeder ve engel olur, şunun reddedip iptal ettiğini diğeri ortaya koymaya çalışır. Devleti yönetenler arasında birbirlerine muhalefet etmek şeklinde görülen bu uygulama bilinen bir durumdur. İşte söylediğimiz gibi evrendeki varlıkların düzen içinde akıp gitmeleri, tek bir yönetimin varlığını gösterir, birkaç tane değil tek bir yönetim ve tek bir fiil! Güç kuvvet elde etmek ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür