Şahnâme, bilindiği gibi İran'ın efsaneleriyle karışık kıymetli bir tarihi eserdir. Eser, o millet için övünülecek bir dille yazılmıştır. Denilebilir ki İslam ve Arap istilasına karşı İran dilini batmaktan kurtaran bu eserdir. Firdevsi, Şahname'sini yazmasaydı Farsça ortadan kaybolacaktı ve İranlılar kendi tarihlerini -o da kısmen- Yunanlı Herodot'tan, Ksenofon'dan okuyacaklardı. Evet; bu, bariz bir gerçekti. Şahname olmasaydı, bugün Suriye'de, Mısır'da, Fas'ta ve Irak'ta olduğu gibi İran'da da Arapça konuşulacaktı. Milliyetçi şair, bu tehlikeyi tam zamanında sezdi, muazzam eserini yazdı, mil letinin dilini ölümden kurtardı. Onu, bu yüksek hizmete sevk eden bir Türk'tür: Gaznelii Sultan Mahmut'tur. Demek ki bugünkü İran, kendi öz dilini bir Türk'e borçludur.
Timur, Ganj kenarındaki mabetlerden birini seyrederken bu düşüncesini çıplak sihirbaza anlattı:
"Kara oğlan!" dedi "mabet dediğiniz şu viraneye ve adını tanrı koyduğunuz şu resimlere bak. Kendilerine birer peştemal bile örtmemişsiniz, rezil edip bırakmışsınız. Taştan Allah olmaz. Allah böyle pis yerde oturmaz! Haydi alıklık edip bu suçu işliyorsunuz. Bari tanrılarınızı örtünüz, hava- sızlıktan kurtarınız!"
"Örtü fanilere yakışır, tanrılar oldukları gibi görünür."
"Hay dilin kurusun."
Kumandanlar, tarhanlar ve emri altına girmiş hükümdarlar, kendisini "Ulu Hakan" diye anmakla beraber o, ancak emir ve bey lakabını taşırdı. Hanlığın Cengiz soyundan ve Çağatayoğulları'ndan Mahmut'a ait olduğunu resmen ilan etmişti.