Geleceğin okçu Hun savaşçısı daha çocuk çağında eğitimlere başlıyor, koyun sırtında biniciliği deniyor, önce sincap,gelincik ve kuşlara, sonra tilki ve tavşanlara ok atarak, atıcılığa alışıyor, büyüdüğü zaman mükemmel bir atlı savaşçı oluyordu.
Cezalar ağırdı. Cinayet, ırza tecavüz, hayvan hırsızlığı ve barış zamanında başkasına kılıç çekmek idam'ı gerektiriyordu. Adalet huzurunda hükümdar ile sıradan vatandaş arasında bir fark yoktu.
Türklerin dikkat çekici ahlâkî bir özelliği de "utangaç" bir millet oluşudur. Yabancı kaynaklara göre Türkler savaş meydanında değil, rahat döşekte ölmekten, hattâ ihtiyarlayıp hastalanmaktan utanırlardı. Esir olmak, köle durumuna düşmek, kadınlarının düşman eline geçmesi büyük zillet kaynağı idi.
Eski Yunan telâkkisinde yalancılık, hırsızlık mübah görülmüş, haksızlık yapmak bir kudret belirtisi, ve cesaret "fazilet''lerin başı kabul edilmiş, fakat insanda utanma denilen bir ruhi prensibin mevcudiyeti hatıra getirilmemiş idi.
Buna karşılık eski Türk ahlakında, cesaret yanında ve belki ondan da üstün olmak üzere, kötülükten koruyucu, başkalarını aldatmaktan, vicdanın yerini kurnazlığa terk etmekten alıkoyucu ve insana namuslu, vekaarlı bir hayat düzeni bağışlayıcı "utanma" duygusu en büyük fazilet sayılmıştır.