Öyle gözüpek, öyle atılgan ki, ilk atılışın hep ondan geldiğini görürsünüz. Kendisine yetişmek, yenilmenin acısını tattırmak kimsenin harcı değil... Bir aslan, demeyeceğim, fakat bir kaplan nasıl koyun sürüsünün içine girer de tek dişi bile kanamadan dışarıya çıkarsa, o da düşman gemileri arasına öyle dalar, en belâlı yerlere sokulur. Fakat sonunda kavgadan kılına bile ziyan gelmeden çıktığını görürsünüz. Onun için, denizde fırtına, kasırga, soğuk, aç kalmak olağan işlerdendir. Bütün bunları hoş görür. Bir limanda iken bile bizim gemileri altüst eden fırtınalarda o, denizin ortasındadır. Dalgalardan dalgalara sıçrayarak avını arar, bulur, parçalar.
Dorya, kim bilir hangi düşünceye kapılarak, leventlere iki elçi gönderdi:
"- Kalenin dayanmadan teslim olmasını emrediyorum!" diyor ve ilave ediyordu: "- Bu takdirde hepinizin hayatı bağışlanacaktır. Aksi halde, cümlenizi aman vermeden öldüreceğim.
Azrail'in bile Tanrı'dan emir almadan kendiliğinden söylemeye sıkılacağı bu büyük sözler, leventleri kahkahalarla güldürdü.
Leventlerden biri atıldı. İri pazılı kollarıyle, şövalyeleri enselerinden tutup ters yüzüne döndürdü. Arkalarına birer tekme yapıştırıp kaleden dışarıya fırlattı:
- İtoğulları! Bu kale bize babamızdan miras kalmadı ya... Kaleyi alırken palamıza sürülen kanların lekesi hâlâ kıpkırmızı duruyor! Haydi, defolunuz!