Halk Müslümanlığının camilerdeki yüzü ile türbeler etrafında ortaya çıkan yüzü birbirinden farklıdır. Camilerde İslam'ın kitabi yönüne daha yakın olan halk Müslümanlığı, türbelerde İslam öncesi inançlara daha yakındır. Bu yüzden Anadolu uleması da, diğer Müslüman ülkelerin uleması gibi, Türkiye Selçukluları zamanından beri Anadolu'da hurafe ve bidat tabir ettikleri bu halk Müslümanlığına bir çeşit soğuk savaş açmışlardır. Fakat bu savaşın galibi her zaman diğerleri olmuştur.
Tarih toplumların kimlik bilincini oluşturur, dolayısıyla bu bilinci bozarak kendi hesaplarına yeniden yaratmak isteyen bütün ideolojiler tarihle oynarlar.
Değişik kılık ve kıyafetleriyle çarşı pazar gezip vaazlar veren, ilahiler söyleyen, kurdukları tekkelerde, zaviyelerde coşkun ayinler düzenleyen; yaratılış, Tanrı, insan ve kâinat hakkında değişik düşünceler ileri süren bu cezbeli insanlar, halkın muhakkak ki çok ilgisini çekiyordu. Selçuklu Anadolu'sunda yarı mitolojik bir popüler İslam inanç ve kültürünün oluşması, hiç şüphe yok ki bunların eseriydi. Bu yarı mitolojik popüler İslam öğretisi, Hristiyan halkın da ilgisini çekiyor ve onu tekkelere ve türbelere cezbediyordu.
Menakıbnamelerden alınan örneklerde görüldüğü üzere, Seyyid Battal donu, Adem donu, Ali donu vb. terkiplerde yer alan don kelimesi, ruhun girdiği bedeni veya kalıbı ifade etmektedir. Hatayi'den naklen son kaydedilen kıtalardaki dona girmek deyimiyle de, ruhun kalıptan kalıba intikali kastedilmektedir. İran'da Aliilahiler'de bu, don be don şeklinde hâlâ söylenmektedir. Bu anlama gelen bir başka deyim, sır kelimesidir. Ali sırrı, Sırr-ı Muhammedi, Ata sırrı vb. terkiplerde geçen bu kelime de, "don be don" dolaşan ruhun bizzat kendisini ve girdiği kalıbı ifade etmektedir; Bektaşi-Alevi metinlerinde en çok rastlanan bir deyimidir.