Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi 1

Halil Nebiler

Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi 1 Sözleri ve Alıntıları

Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi 1 sözleri ve alıntılarını, Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi 1 kitap alıntılarını, Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi 1 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Gücün korunması için ise hukuk, ahlak ve din kurumları oluşturulur.
Şeriatçılığın tartışıldığı ortamlarda unutulmaması gereken birkaç temel kural var. Bunlardan birincisi;"Şeriatçı, Tanrı'nın kendisine yapmamasını emrettiği şeyleri yapmayan değil, yaptırmayan kişidir",sözleriyle formüle edilebilir. Bu, nasıl yorumlanmalıdır? Şunu söyleyebiliriz: İnsanlığın evrimi açısından baktığımızda bu, hiç de yeni bir tanım değildir. İnsanlık tarihinin hemen her döneminde geçerli bir kuraldır bu. Yani; hukuk, ahlak ve din her zaman yoksullar ve yönetilenler içindir, güçlüler ve yönetenler için değil... Güçlüler ve yönetenler için temel kural ise daha çok ve sürekli güçtür. Güç; siyasal, askeri ve mali unsurlardan oluşur. Gücün korunması için ise hukuk, ahlak ve din kurumları oluşturulur. Bu kurallar, güç sahiplerini suç, ayıp ve günah gibi kavramların ardına gizleyerek korurlar. Örneğin, beş vakit namazında, niyazında bir adamın rüşvet almayacağını, ırza-namusa dokunmayacağını, dünyevi zevklere itibar etmeyeceğini söyleyerek bir önyargı oluşturulur ve artık, ne olursa olsun o kişi bu önyargı kalkanının ve sis perdesinin ardında kalır.
Sayfa 45 - Toplumsal Dönüşüm Yayınları /3.Baskı 2010Kitabı okudu
Son söz
Türk emekçisi on yıllarca ezildi. Yaşamın yüküyle ezildi, siyasi yasaklarla ezildi, sınıf çatışmasının şiddetiyle ezildi, emperyalizmin baskısıyla ezildi. Yaşam standardında, teknolojide, bilimde, kültürsanatta, sporda hep ezildi. Cumhuriyet tarihi bir anlamda, Türk emekçisinin ve aydının ezilme tarihidir. Karadeniz'in dalgalarındaki Mustafa Suphilerden Sivas ateşlerindeki 33 ışığa, hepsi ezilmenin tarih kitabının altı çizili harflerini oluşturdular. Bütün bu zulüm, egemenlerin bilerek ve isteyerek yani, hukuk deyimiyle, teammüden bir boşluk oluşturma çabalarının somut sonuçlarıdır. Şimdi bu boşluk, daha 1950'den itibaren sırtını egemenlere dayayan şeriatçılarca doldurulmak isteniyor. Bir noktaya da gelindi saylır. İstenen de buydu: Sol'u engellemek. Ne ile ve nasıl olursa olsun; engellemek. Ortanın sağıyla olmadı. Sivil faşist hareketlerle olmadı. Askeri darbelerle olmadı. Emekçiler ve Sol hepsine direndi. Sokak sokak, kent kent direndiler. Şeriatçıların yarattığı kilitlenmenin çözümü, emekçilerdedir. Emekçiler mi? Onlar ne yaptıklarını, iyi bilirler.
Sayfa 218 - Toplumsal Dönüşüm Yayınları /3.Baskı 2010Kitabı okudu
Reklam
#unutMADIMAKlımda
-2 Temmuz 1993: Sivas'ta 35 aydın, şeriatçıların tekbir sesleri arasında ve devletin gözü önünde yakılarak öldürüldü. İslamcılar için artık, söz bitmişti...
Ayasofya, her zaman şeriatçıların bir bahanesi ve kavga nedeni oldu. Neydi Ayasofya'nın önemi? Bu kavga daha ne kadar sürecekti? Bu soruların yanıtını biraz daha net alabilmek için tarihe bakmak gerekiyor. Ayasofya, 24 Ekim 1934'te, Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu Kararıyla müzeye çevrildi. Aradan geçen 60 yıl boyunca, şeriatçı güçler Ayasofya'da namaz kılmayı kendilerine bayrak yaptılar. Hemen karşısında Sultanahmet Camii gibi bir şaheser ve hemen yakınında üç-dört cami daha dururken Ayasofya'nın ibadete açılmasının istenmesi, amacın, ibadethane gereksinimini karşılamak olmadığının elbette ki, en büyük kanıtı. Peki, amaç ne? Amaç, şeriatçıların bir zafer göstergesiyle taçlandırılması... Bunu nereden mi çıkartıyoruz? Tarihten. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettiği zaman 21 yaşındaydı. Zafer tacının en önemli göstergesi, Bizans'ın en büyük kilisesinde namaz kılmaktı. Yoksa Ayasofya'nın, bir Müslüman ibadethanesi olması Fatih'in pek umurunda görünmüyor.
Bir nevi muta nikahı
"Savaşta kocasını yitiren ve geçim sıkıntısı çeken kadınlara iş sahası hazır. Siga'lık kurumu günbegün gelişiyor. Kendini altta donmuş, yalnız yüzeyde kıpırdaşan suya benzeten binlerce kadın, para karşılığı 'geçici evlilik' yapmakta. Yönetici, fuhuşu yasallaştırmış yani. Molla'ya gidiyorsun, pazarlığı yapıp, 'avrat'ı alıyorsun. Artık istediğin süre tepe tepe kullan. Eskiden cariyelerin pazarlandığı 'karı pazarı' gibi. Mal alırcasına. Meta örneği. Oturuyorsun mollanın karşısına. Molla başlıyor Tanrı adının sıkça geçtiği duaları okumaya. Oysa dinsel inançla ne ilgisi var yasallaştırılmış fuhuşun! Demek ki var. 'İş' bitince, üç gün, beş ay, beş yıl sonra gene oturuluyor molla efendinin karşısına. Bu kez duaları tersten okuyor ve insancıklar ruh ve vücut tutkularından kurtulup kutsanmış (!) 'geçici evlilik'lerine son veriyorlar."
İslamcı siyaset akımı incelendiğinde, şeriatçı kadroların en büyük özelliklerinden biri olarak "hedonizm" kavramıyla karşı karşıya kalıyoruz. Demirel'in "kendim için bir şey istiyorsam nağmerdim" sözünü, şeriatçılarda "her şeyi Allah adına istiyorum" biçiminde görebiliyoruz. Her şeyi Tanrı adına istiyor görünmenin cilası kazındığında ise, karşımıza, "her şeyin şeriatçı kişi veya örgütlenmenin kendi adına" istenmesi gerçeği çıkıyor. Her şeyi kendi adına veya şeriatçı örgütlenme adına isteme keyfiyeti, "bu dünyada" daha iyi ekonomik ve siyasal egemenlik ilişkileriyken, "öbür dünyada" ise sınırsız zevk ortamı sunan cennetin elde edilmesi oluyor.
Reklam
- 3 Mayıs 1987: Şirin Tekin 17 yaşındaydı. Öğrencilerin demokratik haklarını savunuyordu. Oruç tutmuyordu. O, ramazan günü Van 100. Yıl Üniversitesi'nin karşısındaki kahvede oturuyordu. Elli kadar bıçaklı, sopalı şeriatçı geldiler. Kendilerine "İslamın Bekçileri" diyorlardı. Kendilerine mukalete (öldürüşme) emrolunduğuna inanıyorlardı. Şirin Tekin, oruç tutmadığı için öldürülmüştü.
Demirel'in "kendim için bir şey istiyorsam nağmerdim" sözünü, şeriatçılarda "her şeyi Allah adına istiyorum" biçiminde görebiliyoruz. Her şeyi Tanrı adına istiyor görünmenin cilası kazındığında ise, karşımıza, "her şeyin şeriatçı kişi veya örgütlenmenin kendi adına" istenmesi gerçeği çıkıyor. Her şeyi kendi adına veya şeriatçı örgütlenme adına isteme keyfiyeti, "bu dünyada" daha iyi ekonomik ve siyasal egemenlik ilişkileriyken, "öbür dünyada" ise sınırsız zevk ortamı sunan cennetin elde edilmesi oluyor.
Sayfa 149 - Toplumsal Dönüşüm Yayınları /3.Baskı 2010Kitabı okudu
Onlar düşünenlere düşman
-6 Ekim 1990: SHP Parti Meclisi Üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok, İstanbul'dan gönderilen bir paketin içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu parçalanarak yaşamını yitirdi. Laik yayınları ve siyasal yaşamıyla tanınan İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi Doç. Üçok, şeriatçıların öfkesini 1988 yılında yayınlanan bir tesettür açıkoturumunda çekmiş, sürekli tehdit edilir olmuştu. Bahriye Üçok'a Expres Kargo'dan gelen paketin, 3 Ekim 1990'da İstanbul, Perşembepazarı, Hırdavatçılar çarşısı, No: 104, Karaköy-İstanbul adresinden gönderildiği ortaya çıktı. Ne var ki, paketin üzerinde gönderenin kimliği, 'İlmi Araştırmalar Vakfı' olarak belirtilmişti ve vakfın adresle ilişkisi yoktu. Üçok cinayeti hala karanlıkta...
Bir şeyh olayı daha:
O zaman küçüktüm. Daha doğrusu 14-15 yaşlarında idim. Babam beni Kemal Pilavoğlu'nun Bozcaada'da bulunan yazıhanesinde katip olarak çalışmam için sanığın yanına bıraktı. Aradan bir sene kadar geçti. Ben sanık Kemal Pilavoğlu yanında boğaz tokluğuna çalışıyordum. Sanık küçük olduğum için bana muhtelif hediyeler vererek kandırdı ve anüs yoluyla yanında kaldığım 3-4 sene zarfında birçok defa evinin yanında bulunan yazıhanesinde ırzıma geçti. Bana ayrıca tehditte bulunmadı. Yalnız yukarıda belirttiğim gibi elbise, saat gibi hediyeler vererek, çocukluğumdan da istifade etmek suretiyle kandırdı. Ve bu suretle ırzıma geçti. Irzıma geçerken bir tehditte bulunmadı, ancak, her defasında kimseye söylememem gerektiğini bildirdi. Ben onun yanından askere gitmek üzere ayrıldım. Ve kimseye de şikayet etmedim. Ancak; benden sonra yanına aldığı katiplere de aynı şeyi yapmış ve suç ortaya çıkınca her nasılsa bana yaptıkları da meydana çıkmış. Ben de sanık hakkında şimdi şikayetçiyim, cezalandırılmasını isterim, dedi.
Reklam
Günümüze bakarsak, diyanet iyileştirilince de bitmiyormuş bu sorunlar!
"Terör, hırsızlık, adaletsizlik, rüşvet, fuhuş, kumar gibi cemiyet hastalıklarının nisbeten ortadan kaldırılması için, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı iyileştirilmelidir." (İsmail Sancak, DYP)
Ayasofya'nın tümü ibadete açılsa da tatmin etmeyecek. Çünkü sorun, Ayasofya'da namaz değil. O, bir ara hedef. Bu ara hedefin, bir yan hedefi de var. Hıristiyan dünyasının en önemli yapıtlarından biri olan Ayasofya'ya saldırarak Hıristiyanlığa saldırmak... Peki, nihai hedef ne? Nihai hedefleri ,şeriat...
Rezillik diz boyu...
-17 Ocak 1987: İslamcı Kurtuluş Örgütü, Ankara Bahçelievler'deki bir parfümeri mağazasına saldırdı. Mağazaya molotofkokteyli atan saldırganlar, olay yerine "Bacılarımız örtünemeyecekse, metresleriniz de süslenemeyecek" yazılı bir pankart bıraktılar. -l Şubat 1987: İslami anlayışa aykırı hareket ettiği ileri sürülen taksi şoförü Zafer Toplu, ciğerleri sökülerek öldürüldü. Toplu'nun cesedi Yalova'dan denize atıldı. -9 Şubat 1987: 'Muzır Müzikal' adlı oyunun sahneye konulduğu Şan Tiyatrosu kundaklandı. Sanatçı Ferhan Şensoy, oyun boyunca tehdit edilmiş hatta olaydan kısa bir süre önce şeriatçı gençler oyun sırasında tiyatroyu basmışlardı.
-10 Kasım 1987: Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Atatürk'ün ölüm yıldönümünde Gaziantep'te şunları söyledi: "İktidara gelmemiz halinde başörtüsünü milli kıyafet yapacağız. Her ilçeye bir İmam Hatip Okulu açacağız. Kuran kurslarının sayısını arttıracağız. Lise ve dengi okullarda din derslerinin yanısıra tefsir ve hadis derslerini de okutarak manevi kalkınmayı sağlayacağız.
İslamcı örgüt için şeriat mücadelesi yolunda kullanılmak üzere toplanan paralarla Hocaefendi Hazretlerinin oğluna otomobil aldığı, ayrıca geçimini ayda 130 milyon civarında bir paraya el koyarak sağladığı iddiaları da müthiş. Bu açıdan bakıldığında şeriatçılık, iyi bir "meslek" olarak görünmüyor mu?
171 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.