1870-1939 İsviçre'sinde Yeni Türkiye'nin Öncüleri

Türklüğe İhtida

Hans-Lukas Kieser

Türklüğe İhtida Sözleri ve Alıntıları

Türklüğe İhtida sözleri ve alıntılarını, Türklüğe İhtida kitap alıntılarını, Türklüğe İhtida en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İsviçre diasporasındaki Türkçü kulüpler ile örneğin Siyonistlerin, Ermenilerin ve Bulgarlarinkiler gibi diğer gayrimüslim milliyetçi kulüpler arasında kimi benzerlikler yanında, Türkçülerin dinle ilişkilerinin daha pürüzlü olması gibi farklı haklar da mevcuttu. Türkçüler, Batı medeniyetine yükselme ihtiraslarını, Şarklı ve Müslüman kimlikleriyle bağdaştırmakta oldukça güçlük çekiyorlardı. Gerçi bir yandan İslami kökenlerini Türk etnik kimliğinin bir unsuru olarak Küçük Asya'nın demografik İslamlaştırılmasıyla eşzamanlı entegre ediyor, ancak bu esnada İslam'ı her türlü vahyi içerikten arındırıyorlardı. Diğer yandan da İslam öncesi pagan Türklüğü yüceltmek suretiyle İslam'ı açıkça değersizleştiriyorlardı. İslam'ı kültürel ve teolojik olarak çağa uygun kılma çabalarını boş gayret olarak görüyorlardı. Hilafetin lağvından sonraki manevi-dinsel boşluk, Türk İnkılabı Tarihi, eski ve yeni kahramanlar panteonu, ayrıca Türklüğün antropolojik-paleolojik kesin ispatıyla doldurulacaktı.
Sayfa 233 - İletişimKitabı okudu
Ziya Gökalp, 1913 başlarında "Kızılelma" isimli epik şiirinde Türk milletinin yeni inşasına ve canlanışına ilham verecek, Lozan yakınlarında bir eğitim kurumu hayalini tasvir ediyordu... Burada dikkat çekici olan, milliyetçiliğin bu çok okunan öncü dü-şünürünün, -Türklerin Hıristiyan dünyasını fethinin geleneksel sembolü olan- Kızıl Elma'ya bir düşünce mirasının, üstelik eski düşmanın düşünce mirasının barışçıl biçimde benimsenmesi temelinde farklı bir anlam kazandırmasıydı. Ancak bu durum ne Ziya Gökalp'i ne de Jön Türk rejimini bundan kısa bir süre sonra, Birinci Dünya Savaşı'nda, panislamist ve pantürkist anlamda emperyalist hayaller peşinde koşmaktan alıkoyabilmişti. Bundan sonra da Kızıl Elma artık sadece küçük uç gruplar için büyük fetihlerin sembolü olarak kalmaya devam etti. Kızıl Elma'ya kazandırılan bu farklı anlam, Türk milliyetçiliğinde völkisch sorunsalı dışında barışçıl inşayı hedefleyen bir potansiyelin varlığını ortaya koyar.
Sayfa 210 - İletişimKitabı okudu
Reklam
Sonradan "Paşa" unvanını alacak olan, kendisini İslamın ve Türklüğün kurtarılmasıyla görevli bir "eylem adamı" olarak gören Enver Bey, 1907 sonrası Jön Türk Hareketi'nin, aşağı yukarı aynı yaşta olan ihtiraslı subay Mustafa Kemal'in 1918 yılına kadar gölgesinde kaldığı en önemli şahsiyetlerinden biriydi. Enver mektubundaki kelimelerle genç Müslüman- Türk elitlerinin halet-i ruhiyesini açıkça ortaya koyuyordu. Bu elitler -haklı ya da haksız olarak- Batı tarafından rencide edildiklerini, aşağılandıklarını ve yanlış anlaşıldıklarını düşünüyor, Batı karşıtı bir siyasi konum alıyor, ancak buna rağmen saygın, medeni milletlerin arasına katılmaktan, hatta onlara -Kemalistlerin 1930'lu yıllarda Türklüğün tüm dünya medeniyetlerinin beşiği olduğu teziyle yaptıkları gibi- önderlik etmekten başka bir şey istemiyorlardı. Sabahaddin'in ve Abdullah Cevdet'in on yıllar boyunca talep ettikleri şekilde, Şarklı elitin, Batı'nın desteği olmadan bir inşa mümkün olamayacağından en azından geçici bir süre için Garp'ın küçük ortağı olmayı açıkça kabul etmesi, onların gözünde vatanseverliğe aykırı bir diz çöküş, hatta ihanetti.
Sayfa 181 - İletişimKitabı okudu
İT'ye yakın Türkçüler merkezciliğe bağlıyken, başka Osmanlılar 1910'lu yıllarda İsviçre Konfederasyonu örneğine göre bir federalizmi savunuyorlardı; örneğin seküler düşünür Abdullah Cevdet, siyaseten talihsiz Prens Sabahattin veya sonradan "Zahidane bir İslam"ın (Nurculuk) kurucusu olacak olan Said-i Nursi gibi. Her ikisi de bir dönem İsviçre'de yaşamış Kürtler olarak, Cevdet ve Nursi, etnik kimlik arayışında eşit haklar talep ediyorlardı. Ancak birbirlerinden çok farklı kökenlere sahip federalist görüşlü aktörler, o dönemde siyasi olarak bir araya gelmeyi başaramadılar.
Sayfa 232 - İletişimKitabı okudu
Devrimci Türk yenileştiricilerinin, Batı'ya ve emperyalizmine güvenmemek için aslında pek çok ve ciddi gerekçeleri vardı. Ancak ulaşmak istedikleri Batı medeniyetinin köklü, kapsayıcı kültürünü küçümserken, hem sevdikleri hem de nefret ettikleri "Avrupa'yı bir milli kimlik temeli olarak görerek "Türklüğü" efsanevi bir karşı dünya olarak yarattılar. Türklük, siyasi bağımsızlığını ne pahasına olursa olsun korumak istedikleri bölgeye "medeniyeti, ideoloji vasıtasıyla taşıyacaktı Sahip oldukları ilerici, siyasi anlamda Batı karşıtı proje için, gözlerine kültürel birer engel olarak görünen her şeyi ortadan kaldırmaya ve yok etmeye hazırdılar. Çok etnilik, İslam ve Osmanlı'daki lingua franca et sacra [farklı/aynı toplulukların anlaştığı ortak (ve "kutsal") dil].
Sayfa 181 - İletişimKitabı okudu
İsviçre, Birinci Dünya Savaşı'nda tarafsız bir sığınma yeri ve siyasi ajitasyon, yayıncılık ve casusluk sahnesiydi. Büyük çeşitlilik gösteren bu diasporanın ilginç, ancak -Lenin'den sonra!- büyük ölçüde unutulmuş olan bir bölümü, "Şarklılar", bilhassa da Türklerdi. Onlar, uzaktan izledikleri köklü alt üst oluşlardan kendilerine hisse çıkarıyorlardı. Onlara hayranlık duyan bir Alman gözlemci, 1915 Sonbaharı'nda "milli yeniden doğuşu sosyal-Darwinist tasvirlerle ifade etmişti: "Türkiye'de olup bitenler, tüm zamanlar için dünya tarihinin en üzerinde düşünmeye değer ve öğretici seyirliklerinden biri olacaktır. Bu, iç nedenler ve dış tertipler nedeniyle ahlâki çöküşün, ekonomik yıkımın ve siyasi yok oluşun eşiğine gelmiş, pek çoklarına göre artık kurtulması mümkün olmayan bir halkın ve devletin ayağa kalkışıdır, sahnelediği oyundur, bu halk ve devlet, sağaltıcı cerrahi müdahaleler sayesinde, yaşayan bir organizmanın yok olmamış güç stoklarından beslenerek gençleşmiş, evet, hatta modern anlamda siyasi-ulusal varlığına daha yeni başlamaktadır."¹
Sayfa 127 - İletişim / ¹1 Nossig, Alfred, Die Neue Türkei und ihre Fahrer Halle (Saale): Otto Hendel Verlag, 1916, 1. 127Kitabı okudu
Reklam
Medeniyet? Medeniyet mi diyeceksiniz? Oh, kardeşler, bu gülünç safveti bırakalım. Eğer bir medeniyet varsa, o da kavilerin yırtıcı tırnakları için yapılmış, zarif işlemeli bir eldivendir.
Sayfa 185 - İletişimKitabı okudu
Cenevre'de muhalefet gazetelerinden biri olan Cüret'te 25.11.1898 tarihinde yayımlanmış olan "Plan des pertes de territoire de l'empire ottoman sous le glorieux règne d'Abdul Hamid" (Abdülhamitin şanlı kümdarlığı altında Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak kayıplarının haritası) başlıklı bir harita, sultanı büyük toprak kayıplana neden olmakla suçluyordu. Sultan da siyasi tecrübeleri pek zayıf olan Jön Türklerin kendisiyle genel olarak aynı yani imparatorlugu ve devleti koruma amacını güttüklerini ve içlerinden bir kısmının bu protesto hareketlerine moda olduğu için katıldığını fark etmiş olmalıydı. Bu nedenle bu "kayıp koyunların mümkün olduğu kadar çoğunu yumuşak yöntemlerle tekrar devletin kucağına çekmeye gayret ediyordu. Kulağa ne kadar paradoksal gelirse gelsin, IT'nin yurtdışı faaliyetlerinin önemli bir kısmının dolaylı olarak saray hazinesi tarafından finanse edildiği bilinmelidir. Avrupa'daki veya Yakın Doğu'daki gayrimüslim muhalif hareketlerin aksine, Jön Türk hareketini oluşturanların neredeyse tümü devlet memuruydu (Askeri Tıbbiye mezunları da memuriyete başvurabiliyorlardı). Yaptıkları protestolar ile "reaya" ve hükümet arasındaki İslami düzene dayalı anlaşmayı bozmuş olan gayrimüslimler, sarayın gözünde bambaşka bir yere sahiptiler. Aynı teokratik kökenli farklılık, başka çağdaş örneklerde de açıkça görülebiliyordu. Hükümet, Hıristiyan köylülerin ayaklanmalarını kanla bastırırken, aynı bölgenin âsi Kürt liderlerini hediyeler ve imtiyazlarla yatıştırıyordu.²⁸
Sayfa 79 - İletişim / ²⁸ krş, Kieser, ıskalanmış barış, s127-32 ve 147-49Kitabı okudu
Türk milliyetçileri, modernliğin başarısının önünde bir engel olarak gördükleri dinsel köklerinden kopmakta, pek de fazla zorlanmadılar. Esasen burada Batı tarafından bir miktar kandırılmışlardı: Mahmut Esat Bozkurt, Medeni Kanun'a yazdığı önsözde, "modern medeniyete sahip devletlerin en belir-gin alametinin, dünya ve din işlerinin ayrılması olduğu"nu belirtirken, ancak yarı yarıya haklıydı. Bu kadar radikal bir kopuş sadece Jakobenlerin iktidarı esnasında Fransa'da yaşanmıştı, ayrıca Kemalist adalet bakanının isabetsiz bir kavram seçimiyle ima ettiği din ve devletin kurumsallaşmış ayrılığı, kesinlikle dinin toplumdan uzaklaştırılması anlamına gelmiyordu. İsviçre'de uzun yıllar yaşamış bir üniversite ve doktora öğrencisi olarak, bunu bilmesi gerekirdi. Ancak kendisine yakıştırdığı devrimci kimliğiyle, "Yeni Türkiye'nin kendi geleneklerinin pragmatik bir katkısıyla inşa etmenin mümkün olduğuna inanmıyordu."
Sayfa 182 - İletişimKitabı okudu
Jön Türk parti diktatörlüğünün ileri gelenleriyle Türk Ocağı ve Türk Yurdu'nun binlerce üyesinin dünya görüşleri, hayatta kalmanın koşulu olarak, bireysel veya kolektif rakip oldukları kabul edilenlerle merhametsizce mücadele edilmesini öngören bir sosyal-Darwinizm tarafından şekillendirilmişti. Bu noktada, Fransızca konuşulan bölgelerin Félix Le Dantec gibi başarılı [çok okunan] yazarlarının kolay anlaşılır cümlelerle ifade ettikleri Avrupa trendini izlemektedirler: "Yaşam bir savaştır". "barış dönemleri anormal dönemlerdir". "mağara adamı bir ahlak hırkası giymiştir", "sosyal görünüşümüz yüzeyseldir". "türün [Darwinist] yapısı değişmezdir", "insan, kendi milletinin Tanrısına yakarmakla yükümlüdür"
Sayfa 186 - İletişim / ¹le dantec, egoiseme, s. 6vd., 104 ve., 135, 224 ve.Kitabı okudu
20 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.