Abartmıyorum. Beni benden almışlar gibi hissediyorum. Montmartre' da gezemeden, çölün kokusunu ya da taze bir istiridyenin tadını bilemeden uzay çağında öleceğimden söz etmiyorum. Bunlarda gözüm yok artık, kendimi teselli edebiliyorum. Atalarımız da fazla uzağa gidemediler at arabalarıyla ama yine de kendi dünyalarının birazını gördüler.
Kendim hakkında ne kadar az şey bildiğimi, kendimi kandırmaya nasıl da alıştığımı, yalanla gerçeği, yalanın utancını birbirinden ayırmanın ne kadar zor olduğunu görmek bazen beni korkutuyor.
Gitme, dedi adam.
Gitmem, dedi kadın.
...Adam kadının suratına bir tokat attı. Kadının gözlerinden kan fışkırdı.
Keşke gitseymişim, dedi kadın.
Bunu unutamaz mısın, dedi.
Hayır, ama artık göremiyorum. Artık hiçbir şey göremiyorum.
Onun durumundaki birinin asla yapmaması gereken en olmayacak, en cüretkâr şeyi yaptığı için içten içe sevindi. Son altı hafta boyunca, kendi camiasından dışlanmasına aslında neyin yol açtığını, neden yası tutulan bir cesede dönüştüğünü hem etrafındakilere hem kendine çok sık açıklamak zorunda kalmıştı.
"Bir yatağın olduğuna şükret. Tavuklar tüneklerinde uyur çünkü."
"Ama ben ölü bir tavuğum, beni ısıtacak kanatlarım da yok."
"Ölü tavuklar üşümez zaten."