"Umut, inanç'a eşlik eden ruh hâlidir... Umutluluk hâli olmaksızın inanç ayakta duramaz, dayanaksız kalır... Umut, yalnız ve yalnız inanç temeli üzerinde durabilir..."
Fikirlerin güçlü olabilmesi için, somut olarak ortaya çıkmış olması gereklidir, bireyin ve de grupların harekete geçmesine yol açmayan fikirler — o da elbet özgün ve uygunsa — en iyi olasılıkla bir kitabın paragraflarından biri ya da bir dipnot olarak kalırlar. Kuru bir ortamda korunan tohum gibidirler. Fikrin etkili olması için, toprağa ekilmesi gerekir, ve burada toprak, insanlardır, insan gruplarıdır.
Eğer fikir insanlara seslenebilirse, en güçlü silahlardan biri haline gelir, çünkü onlarda heves, adanmışlık yaratır, insan enerjisini artırır ve yönlendirir. Önemli olan fikrin bulanık ve genel değil, özgül, aydınlatıcı ve insanın gereksinmelerine uygun olmasıdır.
Fikir, gerçek olanla ilgilidir. Gözleri açar. İnsanları uyuşuk durumdan uyanık duruma geçirir. Onların düşünmelerini ve etkin bir şekilde hissetmelerini, daha önce görmedikleri bir şeyi görmelerini sağlar. Fikirde, o fikirle karşı karşıya gelen kişileri uyandırma gücü vardır.
Şiddetin bu denli popüler olması, ruhsal ve tinsel çaresizliğin ve boşluğun ve bunların sonucu olan yaşamdan nefret etme duygularının bir anlatımıdır. Bu popülerlik, insanı, kendisinde doğuştan varolan ve nerdeyse denetlenmesi olanaksız bir yıkıcılık güdüsüyle şiddete itilen bir varlık olarak betimleyen yazılarla da desteklenmekte ve artırılmaktadır.
Bir kişinin kabul ettiği fikirler ya da görüşler önemli değildir, çünkü çocukluğundan beri bu fikirlerle yoğrulmuştur ya da çünkü bunlar alışılagelmiş düşünce kalıplarıdır; asıl olan insanın kişiliği, davranışları, fikir ve inançlarının kökleridir.
Onun bir patronu var, patronunun da patronu var, patronunun patronunun da bir patronu var, bir parçası olduğu yönetim makinasının programına bağlı olmayan ve de bir patronu olmayan yalnızca birkaç birey var. Bir tüketici olarak bireyin ne gücü var peki?
Çağdaş insan, her şeye, otomobile, eve, işe, “ufaklıklara”, bir evliliğe, sorunlara, dertlere, hoşnutluğa sahiptir. Bütün bunlar da yeterli değilse, bir ruh doktoruna sahiptir. Hiçbir şey olmamıştır (hiçbir şey değildir).
Öz'e karşı ben'e, olmaya karşı sahip olma'ya verilen önemin giderek artması, dilimizin gelişmesinde çok belirgin olarak kendini göstermektedir. İnsanların, “uyuyamıyorum” yerine “bende insomnia var” demesi, ya da “üzüntü duyuyorum, düşüncelerim karmakarışık” demek ya da buna benzer duygulanımları dile getirmek yerine, “bir sorunum var” demek, ya da “karımla birbirimizi çok seviyoruz,” yerine “mutlu bir evliliğim var” (ya da bazen “başarılı bir evliliğim var,”) demesi alışkanlık haline geldi. Oluş süreçleri kategorilerinin hepsi, sahip olma kategorilerine dönüştürülüyor.
Büyük sanat, hakikatin, belli bir toplumun yaşamını sürdürme amaçlarına hizmet etmesini ya da bunları engellemesine bakmaksızın varoluşla ilgili hakikati dile getirir. Büyük sanat yapıtlarının tümü, insanın gerçekliğine dokunduğu ve insan toplumunun çeşitli geçici biçimlerinin gerçekliğini sorguladığı için devrimcidir.