Bir süre sonra Rick, "Çok güzel," dedi. İkinci bir kez daha vurgulayarak "Çok güzel," diye tekrarladı.
Biliyor olmama rağmen ona dönerek, "Güzel olan ne?" diye sordum.
"Her şey," dedi.
Ve bu doğruydu.
Sonunda bunun ne olduğunu anlayabiliyordum: Bir çıkış yolu bulma özlemiydi ama aslında bulmak istediğim şey bir giriş yoluydu. Artık oradaydım. Ya da çok yakındım.
Adımlarımın ritminde ve kayak sopamın yolda çıkardığı tıkırtılarda kendimi kaybetmekten, kafamın içindeki sessizlikten, şarkılardan ve cümlelerden çok hoşlanıyordum.
Bunca ağırlığı bu kadar uzun, yorucu kilometreler boyunca sırtımda taşıyarak ayaklarıma geri dönüşü olmayan bir hasar vermiş gibiydim. Buna rağmen hiç olmadığım kadar güçlüydüm.
Artık kendimi koca bir aptal gibi hissetmiyordum. Güçlü, amansız bir Amazon kraliçesi gibi de hissetmiyordum. Sert ve alçak gönüllü ama kendimi bu dünyada da güvende hissederek içten içe toparlanmış gibiydim.
Bu dünyada etkileyici bir sürü başka şeyler de vardı.
Bunlar adeta içimde bir nehir gibi açıldı. Sanki nefes alabileceğimi bilmiyormuşum ve sonra almışım gibi. Bunun mutluluğuyla kahkaha attım ve bir an sonra PDY'deki ilk gözyaşlarımı dökmeye başladım. Mutluluktan ağlamıyordum. Üzüntüden de ağlamıyordum. Annem, babam ya da Paul yüzünden ağlamıyordum. Dolmuş olduğum için ağlıyordum.