Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yağmuru Beklerken

Himmet Dağlı

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
... İşte bu martılardan biri de tüm bu cebelleşmelerin ötesinde, Üsküdar’ın tenhâ sokaklarının birinde bir apartman dâiresinin camına gagasını ikide bir vurmakla meşguldü. Fakat, varlığını ne bir başkasına ne de Fahir’e hissettirebilmekte idi. bir zaman sonra çok durmadı, bir bilinmeyene doğru kanat çırparak gözlerden uzaklaştı gitti.
... Bu akşam Kız Kulesi, tepesindeki uzunca direğiyle, gerisindeki tüm siluetleri ardında bırakarak bir başka yükseliyordu kurşunî göğe doğru. Kuşağını bir tütü gibi beline geçirmiş, dört başı mâmur bir balerin misali son dansını ediyordu sanki. Başının gerisinde, kızıllığın içerisinde ise, onun tüm haşmetini ortaya çıkaran kara bulutlara gri çalınmış pastel boya rengindeki bir avuç içi kadar bulutlar asılıydı. Yine aynı Kule’nin dört bir yanında, biteviye uçuşan yarasa gibi martılar… Hiçbirinin de sesi yok, alacakaranlık çökerken serin sulara. Sonra, aynı Kız Kulesi’nin nâzenin vücudundan altın sarısını sulara çalan görkemli haller… Etrafından, küçücük motorlarından yükselen hırıltıyla geçip giden, kuzey-güney rüzgârları ortasında bir o yana bir bu yana yalpalayan takalar.. Boğaz sefasını sırtlarında sürmek isteyenlere, kadim zamanlardan arta kalan şu bilindik hikâyesini tekrar tekrar fısıldayan belli belirsiz köhne takalar... Kim bilir belki de her bir yolcusunun elinde, basılmaya hazır deklanşörler... Önlerinde, akıntıların su yüzeyinde yine belli belirsiz, patikaya benzer açtığı yolar... ...
Reklam
"...İnsan yaratılmışların en şereflisidir, düsturuyla her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlânâ; sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür." Elinde tuttuğu kitabı kapattı Timur. Mezar taşlarının hemen yanı başındaki ağaçların dallarını seyre başlamıştı. Bahar mevsiminin bu öğleden sonrasında gün ışıkları ağaçların yapraklarında parlıyor, esen hafif rüzgârla huşû içerisinde hışırdayan yapraklar, mekânın ruhunu insan ruhuna yavaş yavaş üflemeye başlıyordu.
Kadim Doğu’nun çok eski zamanlarında henüz İslâm’ın ulaşmadığı topraklarda, Uygur illerinde hüküm süren bir lider, tüm çocukları arasında en çok küçük kızı Gilem’i severmiş. Akıllı ve yetenekli olan Gilem, dans etmeye ve şarkılar söylemeye doyamazmış ve bu, herkesin âşikâr olduğu özelliklerindenmiş. Gilem’in babası zaman içerisinde boy atıp gelişen kızını iyi bir prens ile evlendirmeyi dilermiş. Fakat Gilem, yoksul bir delikanlıya gönlünü düşürmüş. Hikâye bu ya.. Babasının bu ilişkiyi öğrenip de kendilerine onay vermemesi delikanlıları çok üzmüş. Buna rağmen herkesten gizli gizli bahçelerde, bağlarda buluşurlar, hasretlik giderirlermiş. Ama yerin, kulağını yanında bir de gözü varmış. ...
... Pek çok yeri terk edilmiş, çoğu ağaçların, yer yer çalılıkların üzerlerini tepelerine dek sarmaşık ve böğürtlenler sarmış; dolaşılacak mekânı daralmış Fethipaşa Korusu’nda iki gönül, birbirine kavuşmuş gibiydi. Korunun yukarıdaki sırtlarında sıra sıra dizilmiş kızılçam ve fıstıkçamlarının kokusu genizlerde latif bir tat bırakırken, hemen önündeki düzlükteyse heybetiyle pek görkemli sakızağaçları, korudaki atkestânesi, saplımeşe, akdut, Trabzon hurması, yalancı akasya, dişbudak, herdem, yeşilkartopu ağaçları birbirleriyle âdeta büyük bir yarış içerisindelermiş gibi boy attıkça atmışlardı yukarılara.
... İskeleden kalkıp giden son vapur da aynı kıyıya suyun üzerinde köpükten bir ırmak bırakırken, Fahir’in olduğu yere tok sesiyle bir taka yaklaşıyordu. Fahir, bunun küçücük balıkçı teknesi olduğunu biliyordu. Tek yolcusuyla serin yaz akşamlarında rızkının peşinden koşturan gariban bir balıkçı teknesiydi bu. Fahir, bu teknelerin hemen hemen hepsinin de gövdesinin niçin badana renginde beyaza boyanmış olduğunu bilmez, bunu öğrenmek için de çaba sarf etmezdi. Beyazdı işte hepsi de. ...
Reklam
... Bu sefer de geçenki gibi bağırmak istedi, bağıramadı. Kendi bedeninin nehirdeki akıntıyla birlikte gözlerinin önünden kaybolup gittiğini görebiliyordu ve bir zaman suda sürüklenerek giden kendisinin ardından bakakalıyordu. Fakat şu anda, kıyıda bedenine güç yetiremiyordu ve bunu da geç fark ediyordu. Zamanın ve mekânın değerini yitirdiği bir ândı. Fahir için nehirde akan, sanki su değil ıpılık bir kan idi, kan...
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.