Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yağmuru Beklerken

Himmet Dağlı

Yağmuru Beklerken Sözleri ve Alıntıları

Yağmuru Beklerken sözleri ve alıntılarını, Yağmuru Beklerken kitap alıntılarını, Yağmuru Beklerken en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
... Bir ara Ayla bu düşünceyi de eskitti ve zihninin onu birkaç hafta öncesine götürdüğünü anlamış olacaktı ki, masanın üzerinde bir yerlere dalıp gittiği bakışlarını, yeniden önündeki satırlara dikmeye zorladı. Fakat buna muvaffak olamadı; nihâyet Fahir ile kitapçıdan çıktıkları o günü tasavvur etmeye koyuldu. ...
... Yarı mutlu yarı tedirgin bir ruhla yurdun yolunu tutmuştu şimdi. Caddede, yolu ikiye ayıran toprak şeritlere devâsâ bir mıh gibi çakılı lamba direkleri, sarı ışıklarını ortalığa fütursuzca yayıyor; bu vakitte oradan gelip geçen yalnızların kimsesizliğini tutam tutam ifşâ ediyordu sanki. ...
Reklam
... Yol boyunca yağan yağmur, sonsuz bir âleme doğru ilerleyen Ayla’nın yüreğindeki yangını söndürmeye tâlip olmuş gibiydi. O ise bunu kendi nâmına haksız bir kazanç olarak gördüğünden, mâzîden birkaç hayali gözünün önünde canlandırıyor; yine iç dünyasında kendisini âdi bir suçlu olarak görmek istiyordu ve sonsuzluk zindanında ebedî bir mahkûmiyetin prangalarını ayak bileklerine geçirmeyi, çok ama çok arzuluyordu.
Bu akşam Kız Kulesi, tepesindeki uzunca direğiyle, gerisindeki tüm siluetleri ardında bırakarak bir başka yükseliyordu kurşunî göğe doğru. Kuşağını bir tütü gibi beline geçirmiş, dört başı mâmur bir balerin misali son dansını ediyordu sanki. Başının gerisinde, kızıllığın içerisinde ise, onun tüm haşmetini ortaya çıkaran kara bulutlara gri çalınmış pastel boya rengindeki bir avuç içi kadar bulutlar asılıydı. Yine aynı Kule’nin dört bir yanında, biteviye uçuşan yarasa gibi martılar… Hiçbirinin de sesi yok, alacakaranlık çökerken serin sulara. Sonra, aynı Kız Kulesi’nin nâzenin vücudundan altın sarısını sulara çalan görkemli haller… Etrafından, küçücük motorlarından yükselen hırıltıyla geçip giden, kuzey-güney rüzgârları ortasında bir o yana bir bu yana yalpalayan takalar.. Boğaz sefasını sırtlarında sürmek isteyenlere, kadim zamanlardan arta kalan şu bilindik hikâyesini tekrar tekrar fısıldayan belli belirsiz köhne takalar... Kim bilir belki de her bir yolcusunun elinde, basılmaya hazır deklanşörler... Önlerinde, akıntıların su yüzeyinde yine belli belirsiz, patikaya benzer açtığı yolar...
... Odaya göre pek de büyük sayılmayan, kare biçimindeki kestâne renkli masasında erken saatlerden beridir, gelen giden vatandaşın işlerini mesâî bitimine kadar yetiştirmekle uğraşmış; boş bulundukça da mâzîden birkaç hayali zihninde canlandırmaya çalışmıştı. Şimdi, önündeki klasörlere dosyaları eklemekle meşguldü. İmzalı, kaşeli kağıtlar dosyalara, dosyalar da klasörlere takılıyor; sonra da kara kara kalın dosyalar raflardaki yerlerini alıyordu. Fahir, bunu bir robot gibi dur durak bilmeksizin milyonlarca kez yapabileceğini, o sırada da nice güzel günlerini masal renginde hülyalarında tekrar tekrar yaşayabileceğini düşünüyordu. ...
Gökyüzü bu haziran ayında oldukça açık, yıldızlar pek parlaktı. Berrak gökyüzünde kocakarının döke saça çaldıklarından arta kalan yıldızlardan müteşekkil Samanyolu, her zamanki gibi karanlık göğün bir ucundan diğer ucuna serilmiş, öylece seyreyliyordu altındakileri. Diğer yönde takımyıldızları, olanca parlaklığıyla yeryüzündekileri selâmlamaya devam ediyordu. Ayla, her birini süzdü, ardından derin derin nefes alarak efkârını dağıtmak istercesine, sözlerini yarım yamalak hatırladığı bir türküyü mırıldanmaya başladı. "Memleket mi yıldızlar mı..."
Reklam
... İşte bu martılardan biri de tüm bu cebelleşmelerin ötesinde, Üsküdar’ın tenhâ sokaklarının birinde bir apartman dâiresinin camına gagasını ikide bir vurmakla meşguldü. Fakat, varlığını ne bir başkasına ne de Fahir’e hissettirebilmekte idi. bir zaman sonra çok durmadı, bir bilinmeyene doğru kanat çırparak gözlerden uzaklaştı gitti.
... Tüm varlıkların müşterek hareketlerine, sema ile dâhil olmaya başlayacak ve akılla birlikte kalpleri de bu kutlu döngüsel harekete ortak edecek olan mânâ erleri, birbiri ardınca meydana girmek üzereydi. Bu seremoninin biricik gâyesinde; zerreden havsalaya sığmayan, devâsânın bile âciz kaldığı iriliğin özündeki atomik parçacıkların ortak temposunu yakalama söz konusuydu. İşte bunu, damarlarındaki kanın ateşli bir vadideki lavın akıp gitmesi gibi hisseden genç semâzen, hakîkate öz yönünü dönerek önce akılla, ardından da aşkla yücelmeye başlıyor; nefsini kirli bir libas gibi bedeninden çıkarıp kâmil bir insan olarak geri gelme muştusuyla Hakk’a yürümeye koyuluyordu. ...
... Bu akşam Kız Kulesi, tepesindeki uzunca direğiyle, gerisindeki tüm siluetleri ardında bırakarak bir başka yükseliyordu kurşunî göğe doğru. Kuşağını bir tütü gibi beline geçirmiş, dört başı mâmur bir balerin misali son dansını ediyordu sanki. Başının gerisinde, kızıllığın içerisinde ise, onun tüm haşmetini ortaya çıkaran kara bulutlara gri çalınmış pastel boya rengindeki bir avuç içi kadar bulutlar asılıydı. Yine aynı Kule’nin dört bir yanında, biteviye uçuşan yarasa gibi martılar… Hiçbirinin de sesi yok, alacakaranlık çökerken serin sulara. Sonra, aynı Kız Kulesi’nin nâzenin vücudundan altın sarısını sulara çalan görkemli haller… Etrafından, küçücük motorlarından yükselen hırıltıyla geçip giden, kuzey-güney rüzgârları ortasında bir o yana bir bu yana yalpalayan takalar.. Boğaz sefasını sırtlarında sürmek isteyenlere, kadim zamanlardan arta kalan şu bilindik hikâyesini tekrar tekrar fısıldayan belli belirsiz köhne takalar... Kim bilir belki de her bir yolcusunun elinde, basılmaya hazır deklanşörler... Önlerinde, akıntıların su yüzeyinde yine belli belirsiz, patikaya benzer açtığı yolar... ...
"...İnsan yaratılmışların en şereflisidir, düsturuyla her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlânâ; sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür." Elinde tuttuğu kitabı kapattı Timur. Mezar taşlarının hemen yanı başındaki ağaçların dallarını seyre başlamıştı. Bahar mevsiminin bu öğleden sonrasında gün ışıkları ağaçların yapraklarında parlıyor, esen hafif rüzgârla huşû içerisinde hışırdayan yapraklar, mekânın ruhunu insan ruhuna yavaş yavaş üflemeye başlıyordu.
50 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.