Yağmuru Beklerken

Himmet Dağlı

Yağmuru Beklerken Sözleri ve Alıntıları

Yağmuru Beklerken sözleri ve alıntılarını, Yağmuru Beklerken kitap alıntılarını, Yağmuru Beklerken en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"...İnsan yaratılmışların en şereflisidir, düsturuyla her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlânâ; sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür." Elinde tuttuğu kitabı kapattı Timur. Mezar taşlarının hemen yanı başındaki ağaçların dallarını seyre başlamıştı. Bahar mevsiminin bu öğleden sonrasında gün ışıkları ağaçların yapraklarında parlıyor, esen hafif rüzgârla huşû içerisinde hışırdayan yapraklar, mekânın ruhunu insan ruhuna yavaş yavaş üflemeye başlıyordu.
... Aynı tılsım, içeride birer renk cümbüşü halinde gözleri okşayan pencere camlarında da hissediliyordu. İri, ince uzun penceresinin her iki yanında birer biblo gibi duran küçücük pencereler, Timur’u her geçen gün o renk cümbüşünün içine biraz daha çekiyor gibiydi. Mistik bir havası vardı Timur’un yanında bu renkli camların. Dahası, hemen ardında dizili dört sanduka, onların da hemen arkalarında boy boy sandukalar, Timur’u uzun zaman önce içlerine hapsetmişlerdi birer birer. ...
Reklam
... Timur, Şark kültürünün yansımaları olan pek çok eşyadan gözünü güçlükle ayırarak konuşulanları dinlemeye zorluyordu kendisini. Fakat kaç zamandır burnunu alıştıramadığı şu genzini yakan hacı yağı kokusu, konuşulanlara dikkatini yoğunlaştırmasına izin vermiyordu. Timur buraya her geldiğinde aynı kokunun tesiri altında kaldığını fakat bu hacı yağına bir türlü alışamadığının da farkındaydı. Bu kesif koku onda, iç huzuru yakalamaktan ziyâde, bir huzursuzluğun başlangıcını teşkil ediyor gibiydi. Timur bunu da içten içe sezinliyor gibiydi...
Duvarları fıstık yeşiline çalan boyasıyla küçücük odası, günün erken saatlerinden îtibâren genç adamda her gün yaşama sevincini yeni baştan uyandırırdı. Gerçi eşyaların yıllanmışlığı, hor kullanılmışlığı ve bunları kullanan her bir memurdan taşıdığı izlerle uyumsuz renkleri odadaki tek fazlalık şeylerdendi ya, yine de Fahir bunlara dâhi alışmıştı nedense. Masanın solundaki tek pencereden giren gün ışığı, içerideki diğer nesneleri olduğu gibi sardunya saksısını da okşuyordu sanki. Kadim zamanlardan bu yana, uğruna dökülen kanların yegâne sahibi olan sevgililerin al dudaklarını anımsatan çok minicik yapraklarıyla, köhne sehpanın üzerinde güzelim sardunya saksısı öylece duruyordu. İncecik gövdeleri üzerinde salkım saçak dallarıyla duran bu sardunya Fahir’in en kıymetlilerinden idi.
... Pek çok yeri terk edilmiş, çoğu ağaçların, yer yer çalılıkların üzerlerini tepelerine dek sarmaşık ve böğürtlenler sarmış; dolaşılacak mekânı daralmış Fethipaşa Korusu’nda iki gönül, birbirine kavuşmuş gibiydi. Korunun yukarıdaki sırtlarında sıra sıra dizilmiş kızılçam ve fıstıkçamlarının kokusu genizlerde latif bir tat bırakırken, hemen önündeki düzlükteyse heybetiyle pek görkemli sakızağaçları, korudaki atkestânesi, saplımeşe, akdut, Trabzon hurması, yalancı akasya, dişbudak, herdem, yeşilkartopu ağaçları birbirleriyle âdeta büyük bir yarış içerisindelermiş gibi boy attıkça atmışlardı yukarılara.
... İskeleden kalkıp giden son vapur da aynı kıyıya suyun üzerinde köpükten bir ırmak bırakırken, Fahir’in olduğu yere tok sesiyle bir taka yaklaşıyordu. Fahir, bunun küçücük balıkçı teknesi olduğunu biliyordu. Tek yolcusuyla serin yaz akşamlarında rızkının peşinden koşturan gariban bir balıkçı teknesiydi bu. Fahir, bu teknelerin hemen hemen hepsinin de gövdesinin niçin badana renginde beyaza boyanmış olduğunu bilmez, bunu öğrenmek için de çaba sarf etmezdi. Beyazdı işte hepsi de. ...
Reklam
50 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.