"Ya oyun değilse sana olan hislerim?
Gercek olmanı isterdim ama sen sevilecek türden değilsin!
Ne demek istiyorsun?
Duydunuz siz bayım, 'siz sevilecek türden değilsiniz.' "
Kafayı taksak, hiç konuşamazdık.
Bu dünyada pek az ses yarasız beresizdir, daha doğrusu yumuşak, hafif bir damarlanmayla maluldür diyelim. Ruh denen o ele avuca gelmez şeyin bulunduğu yerin insanın sesi olduğu boşuna söylenmemiş. Biçimlendirilmiş soluk, üfleyiş. İnsanı insan yapan şey. Velhasıl ses tellerindeki yara bereler, oraya hakkedilmiş yaşantıların, akustik dışavurumların ama aynı zamanda suskunluğun dökümüdür. İnsan parmaklarıyla yoklayabilseydi onu, akıp gidişiyle, duraklarıyla, çatallanmalarıyla... Orada, gırtlağın karanlığında: Şifresini asla çözemeyeceğin senin kendi hikayen işte orada yatıyor.
Onun kendini açığa vuruşunu sadece hissedebilirsin, nedenini asla bilemeden. Bir anda ağzın kuruyuverdiğinde, boğazın düğümlendiğinde, görünüşe göre sebepsiz yere nefesin tıkandığında veya ciğerlerinden hiçliğin tazyiki geldiğinde.
Dışarısının ne kadar güzel olduğunu hayal ediyoruz beraberce. Ne kadar zamandır bir çiçek koklamadık! Ne kadar zamandır köpek dışında bir hayvan görmedik! Ve temiz hava. Ve yağmur.