İnsan kendisini nispet ettiği şeye göre bir değer kazanır. Bu dünyada neyin peşinden koşmuşsa, bir ömür neyi aramışsa, kendisini neyin uğruna feda etmişse değeri de o kadardır.
Dizilerde veya reklamlarda sunulan hayatın bir gerçekliği yok. O hayatlar yalnızca filmlerde var. Uyurken bile yüzlerinde makyaj eksik olmayan kadınlar, okula cipleriyle giden yakışıklı delikanlılar, masaj yaptıran kaprisli sarışınlar, kızdıklarında eline ne gelse acımadan fırlatabilenler... Sabahtan akşama "Nerede yiyelim, nereye gidip gezelim, kime aşık olalım?" endişesinden başka hiçbir derdin olmadığı bir dünya sadece camın arkasında...
Bizim dünyamızda iş var, ölüm var, hastalıklar var; saçı dökülmüş, göbeği çıkmış eşler var; siyah saçlı, sahte olmayan genç kızlar, sınavdan sınava koşarken ömür tüketen delikanlılar var. İşkur'a gidip gelmekten, gazetelerde iş ilanı takip etmekten gençliğini yaşayamamışlar var. Acillerde sabahlayanlar var.
Utangaçsan, etiketin hemen hazır: "içe dönüksün", belki de "sosyal fobik"! Utanmayı haya duygusundan bir ton olarak görmek yerine, ilişkilerden çıkarılıp atılması gereken bir "ur" gibi gösteriyorlar sana.
Hep ulaşmadığını değerli gören, ulaştığında ise bir başka şeyin peşine düşen, başarılarının ve ulaştıklarının şükrünü yapmayan günümüz insanı, tatminsiz bir yaşamı sürdürmeye çalışıyor.
Bu dünyadaki hiç kimseyi kendisi istemeden değiştiremeyeceğimizi bilmemize rağmen, birilerini değiştirmeye çalışırken buluyoruz kendimizi. Onca çabayı kendimize verseydik, belki de ererdik ama ne eriyoruz ne oluyoruz. Sadece kırıyor, kırılıyoruz