Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

2015 Ekim

Yedikıta - Sayı 086

Yedikıta Dergisi
10/10
2 Kişi
6
Okunma
2
Beğeni
340
Görüntülenme
Son yıllarda Türkiye’nin Afrika ile olan münasebetleri bazı tartışmaları da beraberinde getirmiş, ülkemizde sanki Afrikalı kabilelerle ilk defa irtibat kurulacakmış gibi bir hava esmişti. Hâlbuki Afrika’nın bilhassa kuzeyi ile asırlarca devam etmiş ortak bir tarihî geçmişimiz var. Avrupalıların Afrika kıtasına ilgisi ise biraz daha farklı bir çizgiye sahip. 1488’de Güney Afrika’ya ulaşan Avrupalılar, burayı köle ticareti ve sömürgeleri için bir üs olarak kullandılar. Sanayi Devrimi’yle birlikte Afrika’nın zengin maden rezervlerine sahip iç bölgeleri de Batılıların istilasına uğradı. (Sanayi Devrimi’nin diğer bir yüzü için Dikiz Aynası bölümünebakınız.) Batı, kendine yeni bir gelecek inşa ediyordu Afrika’da. Bugün de hâlâ aynı hırs ve tamahla inşa ettikleri o geleceği yaşıyorlar. Arkalarında bıraktıkları şey ise zulüm, acı, bitmek bilmeyen iç savaşlar… Bu arada hatırlatmadan geçmeyelim; İngilizcede “Afrika’ya hücum” diye bir deyim bile var! Batılı devletlerin barış (!) içinde Afrika’yı aralarında pay ettikleri Berlin Kongresi’nden 22 sene önce ise Osmanlı payitahtında, o topraklara gönderilecek bir âlim aranıyordu. 1862’de Güney Afrika’ya gitmek için İstanbul’dan ayrılan Ebubekir Efendi’nin zihnindeki tek düşünce, oradaki Müslümanlara dinlerini öğretmek ve aynı zamanda Müslümanların halifesi olan Osmanlı sultanını orada temsil etmekti. Afrika’nın bu ilk “Efendi”si, ilk başlarda biraz zorlansa da “çok fayda az zamanda elde edilemeyeceği”nden görevinde sebat etmiş ve orada yeni bir hayata başlayarak kendisinden sonra bayrağı devralacak çocuklarını da yetiştirmişti. Talebelerinden Mahmud Fakih Efendi de Güney Afrika’da aynı hizmeti devam ettirdi. Hem Ebubekir Efendi hem de Mahmud Efendi’nin çocukları “Efendi” soyadını taşıdılar ve soylarından gelenler de bugün dünyanın muhtelif yerlerinde hâlâ o ismi iftiharla taşıyorlar. Güney Afrika’nın ilk ve son “Efendi”lerinin hikâyesini, medfun oldukları topraklarda onların izlerini süren Halim Gençoğlu ile Dr. Ahmet Uçar kaleme aldılar. Rodos’ta sadece tek vakit için açılan İbrahim Paşa Camii’ni Tunahan Kanıcı anlattı. Çeşme Şer’iye Sicilleri’nde kayda geçmiş dikkat çekici bir konuyu; düğünlerde kimin, kime ne alacağını, kıymetinin ne olacağını, nelerin yasak olduğunu ve daha birçok detayı Fatih Dalgalı; Anadolu’nun kilidi mesabesindeki Ani Kalesi’nin fethini Veysel Sekmen yazdı. Tecrübe Konuşuyor bölümünde bu ayın misafiri, Prof. Dr. M. Alaaddin Yalçınkaya. Geçmişe bakarak geleceği görmek için, yeni sayımızda buluşmak üzere…
Dergi:
Yedikıta Dergisi
Yedikıta Dergisi
Tahmini Okuma Süresi: 2 sa. 16 dk.Sayfa Sayısı: 80Basım Tarihi: Ekim 2015Yayınevi: Çamlıca Basım Yayın
Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
·
Puan vermedi
Tarih Arşivinden
Sözlerin Asılları: El Etek Öpmek Mecazi olarak rica, niyaz, istirham için kullanılan bir tabirdir. Eskiden bir şey istemek için büyüklerin huzuruna çıkıldığı zaman el ve etek öpüldüğü için, bu tabir meydana gelmiştir. Eskiden köle ve cariyeler gibi mevkileri aşağı olanlar, efendilerinin elbisesinin aşağı doğru sarkan kısmı demek olan eteğini öptükleri için bu tabir meydana çıkmıştır. Öyle ki etek öpmek merasimde, bayram tebriklerinde devlet protokolüne girmiş ve kimlerin etek öpecekleri tespit edilmişti. Etek öpme, zamanla dalkavukluk ve yılışıklık hâline gelip suiistimal edilince bu âdet, 1846’da devlet protokolünden çıkarılmış, bunun yerine temenna (hürmet ve teşekkür bildirmek için sağ eli dizden aşağıya indirip sonra yukarı doğru kaldırarak ağza ve başa götürmek suretiyle verilen selam) yapılması âdet olmuştur.
Yedikıta - Sayı 086
Yedikıta - Sayı 086Yedikıta Dergisi · Çamlıca Basım Yayın · 20156 okunma
Reklam
100 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.