Serpentin: - Düşüncemi size yönlendirdiğimde ve o, uygun kelimeleri ve karşılık gelen fikirleri sizde bulduğu takdirde sizin zihninizde düşünür. Orada kelimeler hâlinde; sizin anladığınız kelimeler hâlinde biçimlenir; orada sizin kendi dilinizi, sıklıkla kullandığınız cümleleri kuşanır. Yanınızdaki kişiler, çok büyük ihtimalle, her biri kendi bireysel lügat ve hitabet farklılıklarıyla, size söylediklerimi anlıyorlardır.
Barnstaple: - Mesela bazen (...), zihinlerimizin şüphe bile duy madığı fikirlere yükseldiğinizde hiçbir şey anlamamız bundandır.
Eğitim sisteminin, kendi değerinin ve sınıflandırmalarının değerinin ikrarını dayatmak hususundaki başarısı, hiçbir zaman, herhangi bir rakip hiyerarşi ilkesiyle karşılık veremeyen sınıflar ve sınıf fraksiyonları üzerinde tatbik olduğundaki kadar başarılı değildir. Bu, tedrisi kurumun, orta sınıflardan ya da büyük burjuvazinin entelektüel kesimlerinden gelen öğrencileri, para ya da siyasal iktidar gibi diğer hiyerarşilerde yükselme özleminden, dolayısıyla da, tedrisi yargıları göreceleştirmek açısından daha iyi konumda olan iş dünyası ya da siyasal iktidar alanındaki büyük burjuvaziden gelen öğrencilerin aksine, diplomalarını ekonomik ve toplumsal kazanca tahvil etmekten uzaklaştırarak eğitimcilik mesleğine çekmesine imkân veren mekanizmalardan biridir.
Üniversite üst düzey görevlilerine has, herkesin liyakate, yani Okul derecesine göre muamele göreceği Jakoben toplumsal düzen ütopyası, hem kendilerinin değerini tam olarak tanıyan tek yer olan Kurum’un değerlerinden başkasının tanınmaması yönündeki aristokratik iddia hem de sivil ve siyasi hayatın bütün edimlerini Üniversitenin ahlaki majisteryumuna. (din adamlarının/âlimlerin yönetiminin ikâmesi) tâbi kılmak için gösterilen pedagokratik [pedago-aris- tokratik] iddiayla bir arada bulunur.
Her türlü seçkin görgü kuralının esasını teşkil eden seçkin mesafelilik, ölçülü rahatlık ve yapmacık doğallık;halk dilinin, kendini, münferit vakadan münferit vakaya, örnekten kıssaya gitme eğilimi yahut da büyük söylevlerin tumturağından ya da büyük duyguların azametinden müstehcenliğe, kabalığa ve açık-saçık şakalara kaçma eğiliminde açığa vuran dışavurumculuğunun ve kendini canlı bir şekilde ifade etme eğiliminin karsi kutbunda durur. Tüm bunlar, nesnel düzanlam ile öznel yananlam arasındaki, görülen şeylerle bu şeylerin, görüldükleri nokta nazara borçlu oldukları arasındaki ayrımın toplumsal şartları kendilerine tam olarak hiçbir zaman verilmemiş olan sınıfların ayırt edici özelliği olan deme ve olma biçimleridir.
Pedagojik ilişkiyi bir iletişim ilişkisine indirgemek, pedagojik kurumun, otoritesine borçlu olduğu özgül niteliklerini kavramaktan kendini men etmek manâsına gelir: Salt bir iletişim ilişkisi bünyesinde bir mesajı aktarma olgusu, neyin aktarmaya layık olduğuna; mesajın içerisinde aktarıldığı normlar bütününe; mesajı aktarma hakkına ya da daha iyisi alımlanışını dayatma hakkına sahip olanlara; onu alımlamaya layık olanlara ve dolayısıyla da alımlamak zorunda olanlara, aktarılan bilgiye meşruiyetini ve dolayısıyla da anlamının bütününü tevdi eden dayatma ve zihne kazıma yöntemine ilişkin bir toplumsal tanımı (bu ilişki ne kadar kurumsallaşmışsa o kadar net ve kaideleştirilmiş bir tanımı) zımnen barındırır ve dayatır.
Ancak, eşzamanlı olarak dille bir ilişki edinilmeksizin bir dil edinilemez: Kültür alanında edinme tarzı, kendisini, söz konusu kazanımı belli bir kullanma şekli olarak, kazanılanda bâki kılar.
Zira bizzat edinme biçimi, edinenle kazanım arasındaki nesnel ilişkilerin ifadesidir. Ayrıca, burjuva diliyle halk dili arasındaki en görünür farklılıkların ilkesini de dille ilişkide buluruz: Burjuva dilinin soyutlamaya, formalizme, entelektüalizme ve edeb-i kelamlı itidale eğilimi diye sıkça adlandırılan şeyde, her şeyden evvel, dile karşı, yani muhataplara ve hatta sohbetin konusuna karşı toplumsal olarak teşekkül etmiş bir yatkınlığın ifadesi görülmelidir. Her türlü seçkin görgü kuralının esasını teşkil eden seçkin mesafelilik, ölçülü rahatlık ve yapmacık doğallık; halk dilinin, kendini, münferit vakadan münferit vakaya, örnekten kıssaya gitme eğilimi yahut da büyük söylevlerin tumturağından ya da büyük duyguların azametinden müstehcenliğe, kabalığa ve açık-saçık şakalara kaçma eğiliminde açığa vuran dışavurumculuğunun ve kendini canlı bir şekilde ifade etme eğiliminin karşı kutbunda durur. Tüm bunlar, nesnel düzanlam ile öznel yananlam arasındaki, görülen şeylerle bu şeylerin, görüldükleri nokta-i nazara borçlu oldukları arasındaki ayrımın toplumsal şartları kendilerine tam olarak hiçbir zaman verilmemiş olan sınıfların ayırt edici özelliği olan deme ve olma biçimleridir.
Sınav, bilginin bürokratik vaftizinden, seküler bilginin kutsal bilgiye dönüşümünün resmi ikrarından başka bir şey değildir.
Marx Hegel’irı Hukuk Felsefesinin Eleştirisi