Üç uzun öyküden oluşan, yazımlarının ve kurgularının farklılıklarıyla öne çıkan bir eser. Beauvoir’den okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. Özellikle ilk öykü, beni oldukça etkiledi.
Yaşlılık, aile, annelik, aldatma gibi birçok konuya değiniyor.
İlk öykünün anlatımı çok iyiydi.
İkinci öykü monolog şeklinde yazılmış. Kadın öcünü monologla alır, diyor Flaubert. Doğruluğuyla beni etkileyen bir sözdü. Öyküyü daha da anlamlandırdı diyebilirim. Bir iç çekiş. Her iç bir çekişte tükenen bir kadın.
Üçüncü öykü ise kitaba ismini veren Yıkılmış Kadın. Günlük şeklinde ilerliyor. Yalnızlığını günlükle örtmeye çalışan bir kadını konu alıyor. Aldatılan, kandırılan bir kadın. Gidecek bir yeri yok. Kabullenirken kendinden vazgeçen bir kadın aslında. Yazarın, anlatmak istediğinin acıklığıyla beraber vurguladığı noktaların doğruluğu beni etkiledi.
Tekrar okuyacağım bir öyküydü ilk öykü, Erginlik Çağı. Oğlunu hayatının bir yerlerini yerleştiremeyen, okumaya tutkun bir anne. Öfkesiyle, tutkusuyla beni etkiledi.
Arka planda ise Fransa örgütlenmeleri ve atom bombası fikri var.
Öykü eşi ile beraber durumları kabullenen bir kadını anlattığı için otobiyografik izler taşıyor gibi hissettirdi. Simone-Sartre ilişkisi gibiydi.
Varoluş bu öykülerde daha az kendini belli ediyordu.
Okunmalı.