Babam birdenbire yerinden fırladı ve beni yatak odasına sürükledi. Basamakların ayak bileklerime çarpışını hissediyordum. Beni yatağa fırlattı ve bedenim yatakta sekti. Dolaba gidip bir kot çıkarttı ve kotun belinden kemeri aldı. Kemer belime inerken kendimi hazırladım. Belkemiğimden yayılan acı her yerimi kapladı. Acının rengi kırmızıydı. Bütün vücudum kırmızıya bürünmüştü. Yine vurdu, ama bu sefer canım yanmasına rağmen acımadı, çünkü artık bir parçam başka bir yerdeydi; bir parçam tavana veya belki de kocaman yeşil bir ağacın tepesine yükselmiş, onun beni dövmesini izliyordu.
Bir çocuk babasının kocaman elini tuttuğu zaman güvende olduğunu ve sevildiğini hissetmeliydi, ama ben babama o masum sevgiyi sunduğum zaman reddedilmiştim.
Saat dokuz civarlarında, üşümüş, tutulmuş, ıslak ve çok sefil bir durumda uyandım. Gözlerimi açtığımda yağmur çiseliyordu. Sokaklardaki ilk gecemi geçirdiğimi hatırladım. Üstelik kriz geçiriyordum.
Ben ki varlığınla nefes alıyordum
Gözlerinde hülyalara dalıyordum
Hasret sahilinden kumlar çalıyordum
Gayrı muhabbet bağından güller dermem
Bin gönlüm olsa birini sana vermem...