Bir yelpaze üzerinde yer alırlar: kimi bir yandan manevi bir gelenekten teselli ve ilham alırken, öte yandan hoşgörü ve çeşitlilikten taviz vermez, kimiyse kafirliğin sonunu getireceğini bilse dünyayı ateşe vermekten çekinmez. Demek istediğim, bir ılımlı dindarlar vardır, bir de aşırı dinciler;
bu ikisinin tutkularının ve niyetlerinin karıştırılmaması gerekir.
Her dinde evrensel birliğin ruhu ara ara kendini gösterse de, dinsel geleneklerin hepsinin ortak ilkesi, diğerlerinin hatalarla dolu olduğu, bilemedin en iyisinden ciddi eksikler içerdiğidir. Dolayısıyla hoşgörüsüzlük dinlerin içine işlemiştir. Bir insan bazı fikirlerin sonsuz mutluluğa (ya da tam tersi, sonsuz mutsuzluğa) yol açacağına inanmışsa (yani gerçekten inanmışsa) sevdiği insanların inançsızların telkinleriyle yanlış yola sapması ihtimaline razı olamaz. Basitçe söyleyecek olursak: sonraki yaşam hakkın da emin olmak, bu hayatta tavizkar olmakla bağdaşmaz.
Hatta belki bu boyutu kabullenmek insan yaşamının en yüksek amacıdır. Ancak buna ulaşmak için, İsa'nın bir bakireden doğduğu veya kutsal kitabın Tanrı sözü olduğu gibi sınanması mümkün olmayan iddialara iman etmemiz gerekmediğini göreceğiz.
"Hristiyanlık ve İslamiyet'in evrensel bir din olduğu iddia edilir. Oysa hiçbir kutsal kitapta örneğin Amerika ya da Avustralya'dan bahsedilmez. Hatta seçilmişlerin yaşadıkları yerlerdeki hayvanlar ve yemişler dışında pek bir şey de yazılı değildir. Hiçbir kutsal kitapta kanguru ve avokadodan bahsedilmez. Deveden ve eşekten bahseden tanrılar gariptir ki foklardan hiç bahsetmezler."