Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: "Sâlih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır." Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben -dört sene sonra- esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: "Ben şimdi, Râfızî bir Kürd'ü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim."
Ben de: "Eyvah! dedim, ne kadar bozulmuşsun?" Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatlı hamiyete çevirdim.