Babamla Van ’dan Harput ’a atlarla, Harput ’tan Sivas üzerinden Sinop ’a arabalarla, Sinop-İstanbul-Cidde ’ye vapurla, sonra da develerle seyahatler yaptık.
Hafızam pek kuvvetli idi. Bir iki kere akşamdan okurdum, sonra kimseyle konuşmadan uyurdum. Kitabımı da baş yastığının altına koyardım. Sabahleyin de bir iki kere okuyunca ezberlemiş olurdum. Bu usulü yerli komşularımız öğretmişti.
Bir gün ahçımız bizi, kilisede bir Ermeni düğününü seyretmeye götürdü. Ermeni kadınları da İslamlar gibi çarşaf giyiyorlar, yüzlerini erkeklere göstermiyorlardı. Çarşafları beyaz renkte.
Anlamadığımı hiçbir zaman anlar gibi görünerek susmazdım. Bu tabiatım, herkesin de hoşuna giderdi. Asıl garibi ben herkes olduğu gibi gelmiş ve böyle kalacak zannederdim. Yani küçük küçük, büyük de büyük... Bunun için büyüklerle konuşurken sıkılmazdım.
Komşularımızdan kibar Ermeni ailelerinin çocuklarıyla da arkadaşlığımız vardı. Onlar kendi milli mekteplerine gidiyorlardı. Ara sıra sokakta yahut bahçelerimizde birleşir; kendi mekteplerimizi metheder, okuduklarımızı anlatırdık.