Tramvayın birinde dikiliyorum; bu
dünyada, bu kentte ve ailem içindeki
yerim konusunda düpedüz bir kararsızhk
içindeyim. Herhangi bir konuda haklı
olarak ne gibi istekler öne sürebileceğimi
bile söyleyebilecek durumda değilim. Bu
tramvayda böylece dikilip kayışlardan
birine tutunmamı, kendimi bu tramvaya
taşıtmamı, insanların tramvaylar önünden
kenara çekilmelerini ya da yolda sessiz
yürümelerini ya da vitrinler önünde
kımıldamadan durmalannı asla
savunamam. Zaten kimsenin böyle bir
şey istediği yok benden; hem isterse ne
değişir.
Varoluşun anlamını yeniden kendimde kursam yavaş yavaş... Dünyada hiç kimsenin neden kendi olamadığı üzerine bir kitap yazsam... Bu ülkedeki vicdan yokluğunun nedenini anlatsam... Yanıma sadece şiir kitapları alsam, bütün dünyanın şiirlerini okumak ölene dek sürse...
On yıl önce rahmetli babamın ardından hayata devam edebilmek için mecburen öğrendiğim bir eylem oldu; istemli unutmak. Hani bir acı eşiği vardır. İçin yandıkça tırmanırsın en tepeye, daha da acır, tahammül edilemeyecek şekillere bürünür. İşte o eşiğin son haddinde en başa düşüş kendini gösterir, sıfıra. Dahası yoktur çünkü acının, suda bırakılmış bir sünger gibi doyma noktasında taşar. Fazlasını kaldırmaz. Ötelemeye başlarsın düşünceleri. Aklına gelen her acı veren şeyin üstüne yeni bir şeyler yazarsın. Beynin karalamalarla dolar. Ne eskisi kalır, ne de yeni yazılanlar anlaşılır. Sonra buruşturup atarsın içine. Birikir dağ olur. Bir bakmışsın istemli unutma eylemi otomatikleşmiş, kontrol edemediğin bir tik olmuş. Yazboz olmuş her şey, hatrı kalmamış. Önemli önemsiz maziye ait ne varsa kaybolmuş.
“İroni maskaralıktan çok kibar kişiye uygundur; ironik insan kendini eğlendirmek için,maskara ise başkalarını güldürmek için espri yapar.”
~Aristoteles