Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Profil
Tıpkı Karadeniz'in coğrafyası gibiyim, bazen gözü kara coşkun, bazen içi kara ve suskun. Bir yanım yeşillik, bir yanım alabildiğine mavi.. ♡
Kağnı kolunun en sonundaki alaca önlük kuşanmış, başına benli bir çar örtmüş olan kadın, sırtına sardığı yavrusuyla bu sefere çıkmıştı. Bu kadın, Devrekâni İlçesi'nin Seydiler Bucağı'nın Satı Köyü'nden Şerife'ydi. Elindeki üvendireyi zayıf öküzlere dürterken, sanki yeteri kadar beslenmemekten zayıf düşen, bu yüzden de kendisine karşı direnen hayvanlara başladıkları bu işi mutlaka tamamlamaları gerektiğini anlatmak istiyordu. Şerife "Açlık ve soğuk beni durduramaz. İnebolu'dan aldığım bu mukaddes emanetizamanında yerine ulaştırmalıyım." diye düşünüyordu. Sırtındaki yavrusunun kendi çektiklerini çekmemesi için, bunu başarmalıydı...
Reklam
Küre, Ilgaz Dağları kağnı gıcırtılarıyla inlemeye başladı. Bu gıcırtı yayıldı bütün Anadolu'ya, ulaştı cephedeki askerlerimize kadar. Kağnılar birdi, bin oldu. Çoğaldı gittikçe, Türk'ü kurtaracak umut oldu. Fırtına, yağmur, kar soğuk durduramadı onları. Uzadı gitti kağnı kolları İnebolu'dan Ankara'ya, İnebolu'dan Sakarya'ya kadar.
Düşman çizmelerinin giremediği İnebolu, eli silâh tutan bütün erkeklerini cepheye göndermiş, evlerde yaşlı erkekler, kadınlar ve çocuklar kalmıştı.
Simit, ayran, soğuk hava... (Güvercinler.)
Haksız ve yersiz hücumlara karşı Kazım Karabekir Paşa'nın, vesikalara dayanarak ve müteber şahitler göstererek verdiği cevapların devamına müsaade olunmadığı gibi, bastırmakla olduğu
İstiklal Harbimizin Esasları
İstiklal Harbimizin Esasları
(Yanlış bilgi felaket kaynağıdır) adlı eserin birinci cildi bitmek üzere iken çok çirkin hareketler yapılmıştır. Şöyle ki: Önce pek sıkı takip ve tarassutlar başlamış ve üç bin nüsha kitap hususi ellerle matbaadan alınarak Bakırköy de, Hazinedar çiftliğinde kireç ocaklarında yakılmış, sonra da Kazım Karabekir Paşa'nın, bu arada yakın arkadaşlarından benim ve kardeşimin, eski Kastamonu mebusu emekli albay Halit Bey'in (Akmansu)¹³ evleri aranmıştır.
Sayfa 62 - ¹³ Kurtuluş Savaşı'nda Yunan başkumandanı Trikopis'i esir almakla ün kazanan Halid Bey'in hayatı ve faaliyetleri için bkz. Ziya Göğem, Kurmay Albay Dadaylı Halit Bey Akmansü, c. I-II, İstanbul, 1954-56; Hüseyin Hilmi Kurtulmuş, "Dadayl
Reklam
Bizim ahşap evimizin kapısı Kastamonu'da iki kanatlıydı. Biri hep kapalı dururdu kanatların ardında demir dayak. Gece olur karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat. Boyasızdı tahta kapı bu yanıyla güvenirdim ona. Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla Malenkof! diye bağırmışım öfkeden patlayarak zavallı arkadaşım hiçbir şey anlaşılmayan bu telâffuz karşısında şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya. bir kanadı açılmayan Sonra kızlar geldi boyasız kapının önündeki betonda rond yaptılar ve raspa oynadılar: Raspa raspa ras Kore'ye mektup yas.
1928 yılında Harf İnkılâbı yapıldıktan sonra birtakım bağnaz adamlar "Biz artık Latin alfabesiyle okuyup yazacağız, eski harflerin hükmü geçti." safsatasıyla milyonlarca arşivimizi Bulgaristan'a kilosu üç kuruş on paradan sattılar. O arşivlerimiz hâlen Bulgarların elinde bulunmaktadır.
El yazması eserlerimiz, kitaplarımız yakıldıktan, camilerimiz satıldıktan sonra sıra kıymetli halılara ve antika eşyalara geldi. Size hangisini anlatsam beyefendi? Musa Fakih veya Zihnizade Camii'nin çok güzel ve çok büyük bir halısı vardı. Bütün Kastamonu o halının vakti zamanında beş yüz altına alındığını bilirdi. İşte o güzelim halıyı bir gün Zihnizade Camii'nden alıp valinin makam odasına serdiler. İtiraz etmek kimin haddine düşmüş. Hah, bir süre valinin ayakları altında kaldı. Sonra bir gün nasıl olduysa o nadide hali Vilayet Konağı'ndan, hem de valinin makam odasından çalınıp gitti. 70-80 metrekare büyüklüğünde bir halıyı tek başına kim dürebilir, tek başına kim omuzlayabilir ve sonra hiç kimseye görünmeden Vilayet Konağı'ndan kim sıvışıp gidebilir? Hiç kimse o halının bir gece yarısı nasıl kanatlanıp uçtuğunu öğrenemedi! Hiç kimse o modern hırsızlık üzerine yürümek cesareti gösteremedi. Halka dönük, halk için, halktan yana olan bir parti zamanında zavallı Kastamonu halkı "Bizim o antika halımız ne oldu?" diyemedi. Zamanın Kastamonu valisi de o müthiş hırsızlık üzerinde hiç durmadı. Sanki odasından eski, günü geçmiş bir gazete parçası alınıp götürülmüş gibi bir tavır takındı. Polisler eskici pazarlarında bir iki dükkâna şöyle bir girip çıktılar, sonra onlar da işin peşini bıraktılar. Halının nerede, kimin evinde dürülü kaldığını çok iyi bildikleri hâlde oralara yanaşamadılar. Hatta çalınan halının çok yakınlarında nöbet tuttular. Hırsızlığa göz yumdular.
1930'lu yıllarda halk, korkusundan cuma namazlarına bile gelemiyordu... Kastamonu bir gâvur işgaline uğramış olsaydı, halk bu zulme karşı direnirdi. Ama kendi devletinin zulmü önünde kan kusuyor, kızılcık şerbeti içtim, diyordu.
Reklam
Kastamonu'da yaşadığım dehşet verici ikinci hadise vakıf eseri olan camilerimizin satılması oldu. 1930'lu yıllarda şehrin içinde 42 veya 44 camimiz vardı. Devrin CHP valisi bu camilerden 33'ünü satışa çıkardı. Satışı istenen camiler arasında, bizim Yılanlı Camii'miz de vardı. Onu belki üç yüz sene önce benim dedelerim hayır
Kastamonu'ya döndükten bir süre sonra tekkeler ve türbeler kapatıldı. Esad Efendi'nin dedikleri bir bir çıkmaya başladı. Dindarlar göz hapsine alındı. Kur'an kursları yasaklandı. 1928 yılında Harf Inkılâbı ilân edilince, biz Kastamonu'da iki dehşetli hadiseyle karşı karşıya kaldık: CHP valisi tellâl bağırttırdı: "Ey
1925'li, 1930'lu yıllar korkunç yıllardı. Allah bize bir daha öyle yıllar, öyle valiler göstermesin! Başımızdaki adamlar lâikliği "din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde anlıyor ve anlatıyorlardı. Bu, din düşmanlığının kibar bir şekilde ifadesidir. Çünkü din dünya için indirilmiştir, ahiret için değil.
KASTAMONU'LU HASİB EFENDİ
Kastamonu halkı Yılanlı Tekkesi'ni ve o tekke türbesinde yatan şeyhler silsilesini İslâmiyet'in aydınlık, merhametli ve güzel yüzleri olarak biliyordu. Hepsi de Kadiri şeyhi olan dedeleri arasında keramet sahibi veliler de vardı.
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.