Değil mi ki ezel gününde bütün âşıklar "Evet!" cevabını "Belâ!" diyerek dillendirmişlerdi, şimdi elbette belâlar ile sınanacak, aşklarını bir gömlek daha yükseltebilmek için kalplerini kor alevlerde yakacaklardı.
klasik dönemde insan az çok şöyle bir ontolojik hikâyeye inanıyor ve şöyle bir zihinsel güvenlik alanında dolaşıyordu: budünyaya tanrının isteğiyle gelmişti tanrı böyle istediği için evlenir tanrı böyle istediği için çocukları olur ve tanrı böyle is- tediği için bütün gün sabahtan akşama kadar çalışırdı tanrının imtihanı gereği hastalıklar yoksulluklar türlü zorluklar yaşar fa- kat elinden geldiğince bunlara sabretmeye çalışırdı karşılığın- da da öbür tarafta cennete gidecekti kişinin ne kadar dindar olduğundan ayrı olarak genel zihinsel güvenlik alanı bu dînî kabullerle örülmüştü
ontolojik bir hikâyesi olmayan insan budünyadaki yerini ve yönünü tayin edemez şimdi postmodern dönemde insan ontolojik hikâyesinden tamamen koptu ve tam anlamıyla kayboldu ne halt etmeye budünyaya gönderildiğini niçin evlenmesi ve çocuk sahibi olması gerektiğini zorluklara ve hastalıklara niçin sabretmesi gerektiğini kendine açıklayamıyor çünkü dînî kabullerini yitirmiş durumda yani aslında tanrıya olan inancını
yolcu budünyaya sırnaşmayan ve yerleşmeyen onurlu insandır bir insanı onurlu kılacak en önemli bilgiye yani budünyanın fâni olduğu ve herkesin bir gün mutlaka öleceği bilgisine sahiptir ve yaşamını bu gerçeği unutmadan sürdürmeye çalışır