"Birbirimizle daha nazikane, daha mazbut konuşalım. Atatürk; bey, efendi, ve paşa sözlerini resmi muamelattan kaldırırken, ondan evvelki devirlerin hürmet ve nezaket icabı kullanılan elkabın, yaltaklanma ve yağcılık derecelerini bile aştığını görerek, bunları kaldırmıştı. Ama kendisine, zamanın ve zamanımızın bütün paşalarına paşa diyoruz. Birbirimize de bey, efendi demekte mahzur görmeyenlerimiz çok. Ne var ki, halk, hatta memurlar bu kelimeleri kullanamadığı için ihtiyara, beybaba, ağababa, amca (daha gençlere) ağabey, hemşehrim (daha gençlere) kardeşim, hanım teyze, abla gibi sözler söyleyerek münasebetlerde laubalilik ve onun sonu kabalığa kaçıyorlar. Bundan vazgeçelim. Ne bir memur bana amca desin, ne de ben memura oğlum diyeyim. Böylesi daha iyi olacak. Halk arasındaki muhaverelerin çeşnisi daima kavgaya yaklaşır bir çeşnilik arzediyor. Tehlikelidir."
Hürmet ve şefkat denilince de laubalilik anlaşılmasın. Ciddiyet ve vâkâr daima var; ama merhamete mâni değil. Çünkü terbiye böyle bir şeydir. Müslümanın terbiyesi yerine göre davranmayı gerektirir.
Rahmetli Nuri Conker davudî sesli, kelli felli, çok defa efendice zarifti. Atatürk'ün çocukluk ve asker ocağı arkadaşı olduğu için meclislerinde, hava elverişli olduğu zaman, lâubalîlik vebAtatürk'le şaka etmek de yalnız onun imtiyazı idi.
Alçakgönüllü bir gülümsemenin bile "laubalilik, yılışıklık" olarak algılandığı, asık suratlılığın ise ciddilikle özdeşleştirildiği bir ortamda, aşkı çocuk doğuran ya da doğurtan bir nesne olarak görmek hiç de tuhaf olmasa gerek.
Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur'anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.
Filozoflardan biri “Hükümdar bütün vaktini arzularını yerine getirmeye
harcarsa, halk da bütün vaktini onun iktidarını (mülk) bozmaya harcar.”
demiştir.
Güzel konuşan hatiplerden biri de “Kendi arzularını üstün tutan kim-
senin halkı yiter gider. Sarhoşluğu devam eden insanın düşünme kabiliyeti
bozulur.” demiştir.
Hükümdar ahlâkını derinlemesine inceleyerek kendisini temizler. Düş-
manını gözetlediği gibi dostunu da gözetler. Dostunun veya soylu birinin
yanında özensiz davranarak kendisine karşı yakınlık veya laubalilik oluşmasına izin vermez.