Tarihin suçunu ne kadar az nesnel görürsek pişmanlık o kadar çok iş başındadır. Dolayısıyla ilkemiz "Pişmanlığı unut, geçmişi gelecekteki iyileşme için göz ardı et!" değil, "Pişman ol ve pişmanlık sayesinde daha iyisini yap!" olmalıdır.
Pişmanlık geçmişteki olayların gün yüzüne çıkmasını engelleyen, gururu besleyen ve meşrulaştıran o gurur bariyerini yıkar. Bizi "doğal" gururun baskıcı gücünden kurtarır ve kendimize karşı kullanabileceğimiz bir hakikat ve dürüstlük aracına dönüşür.
Herkes Prometheus' a benzemeye çalışır, Epimetheus' a değil. Ancak ne kadar "hızlanarak" ilerlersen, akıntıya kendini ne kadar çok kaptırırsan, geçmiş suça o kadar çok bağımlı ve onun tarafından bağlanmış olursun. Akıntıda yaşamının efendisi olduğunu sanırken aslında sadece suçlarından kaçmaktasın zira kendini akışa bırakıvermek senin kendine itiraf edemediğin gizli kaçış formülündür. Seni pişman edene gözlerini kapadıkça, gelişimini ketleyen zincirlere daha da çok bağlanmaktasın.
Pişmanlık, tüm iddiaların aksine, sadece ahlaki boyutuyla düşünüldüğünde bile, ruhun bir tür kendini onarma biçimi, kaybettiği güçlerini yeniden kazanmasının aslında tek yoludur.
Tam da bundan dolayı pişmanlık yaşamlarımızın geçmiş katmanına yönelik hakiki bir müdahale, hatta ona gerçekten etkide bulunan bir saldırıdır. Pişmanlık ahlaki bozulmayı yani mevzu bahis eylemdeki"kötü"niteliği gerçekten yok eder.
Cicero ve Seneca, davranışımızı ahlâkî niteliklerine göre suçlayan ya da savunan bir iç ses olarak söz etmişlerdir vicdandan. Stoa felsefesi, vicdanın kendini-koruma (kendine dikkat ve ilgi gösterme) ile ilişkili olduğunu öne sürmüş, Khrysippos ise onu insanın kendi içerisindeki uyumun bilincine varması olarak tanımlamıştır. Skolastik felsefede
(...) Sıradan insanın, değerleri kıyaslamadan önce onları deneyimlemek yerine, bir değeri ancak başka bir kişinin mülkleri, şartları, vaziyeti ya da nitelikleriyle “kıyaslama yoluyla ve bu süreçte” değerlendirdiği belirtiyordu. Sorun şu ki bu tür bir kıyaslamanın yan etkisi çoğunlukla bazı takdir edilen değerlere sahip olunmadığının keşfidir. Bu keşif ve dahası söz konusu değerin elde edilmesi ve tasarruf hakkının kişinin kapasitesinin ötesinde olduğunun farkındalığı, son derece güçlü duygular uyandırır ve birbirine zıt ama eşit ölçüde güçlü tepkileri harekete geçirir: Dayanılmaz bir arzu (tatmin edilmesi imkânsız olabileceği şüphesinden dolayı daha da fazla eziyetli hale gelir); ve hınç -söz konusu
değeri, sahipleriyle birlikte küçülterek, alaya alarak ve değersizleştirerek, kendini değersizleştirme ve hor görmeyi önlemek için çaresiz bir isteğin neden olduğu kin. Aşağılama deneyimi karşılıklı iki çelişkili istekten meydana geldiği için, bu deneyimin son derece belirsiz bir tavır (prototip bir “bilişsel uyumsuzluk”, irrasyonel davranış kaynağı ve aklın savlarına
karşı geçilemez bir kale) meydana getirdiğini belirtebiliriz. Aynı zamanda bu durum, bundan muzdarip olanlar açısından daimi bir endişe ve ruhsal rahatsızlık kaynağıdır.
Nietzsche'nin yaklaşımı pişmanlığın bir tür kendini kandırma biçimi olduğu şeklindeki "psikolojik" görüşe iyi bir örnektir. Nietzsche'ye göre yasayı ihlal edip pişman olan kişi "eyleminin imgesi"ne artık katlanamaz hâldedir ve bu imge üzerinden eylemini "suçlar". Pişmanlık, aynen "vicdan azabı" gibi, bir zamanlar serbestçe başkalarına yöneltilebilen nefret, intikam, gaddarlık ve hınç gibi duyguların zaman içerisinde devlet, hukuk ve diğer medeni kurumlar tarafından baskılanması ve bu baskı sonucunda da tatmin edilemeyerek onları hissedenlere geri dönmesi sonucu ortaya çıkmıştır. "Barış geldiğinde," der Nietzsche, "savaşçı kendiyle savaşmaya başlar.”
Enerjik olarak ve kararlı bir biçimde iktidar, mülk, şan ve başka değerler peşinde koşan biri arrivist (sonradan görme,ne oldum delisi) değildir. Kişi şayet mesleği ya da mevkisi gereği etkin bir biçimde öne çıkardığı ve temsil ettiği bir şeyin içkin değerine göre düşünüyorsa, ona arrivist demek doğru olmaz. Arrivistin özlemlerinin nihai amacı
insan olmanın her zaman için kendinden başka bir şeye, ya da bir insana-gerçekleştirilecek bir anlama, karşılaşılacak bir insana, hizmet edilecek bir davaya, ya da sevilecek bir insana- yönelmek olduğu yolundaki antik ant- ropolojik gerçeğini anlıyorum İnsan, sadece varoluşundaki bu kendini aşmayı gerçekleştirdiği zaman gerçekten insan, ya da